8 Kasım 2010 Pazartesi

Uçak Bileti

Uçak bileti alma süreci sancılıdır...
Bilet sitelerini aşındırırsınız adeta. Bir yandan vizenizin çıkmasını beklersiniz.
Diğer yandan kalacak yer sorunu. Hibe yattı mı yatmadı mı derken. Günü gelir, her şey yoluna girer.
Ama insan uçağa bininceye kadar gideceğine emin olamıyor. Sanki bir aksilik çıkacak gidemeyeceksiniz, ya da bu hazırlıklar başkası için sanki.
Uçak bileti alma süreci sancılıdır.
Ben de bu yazımda size bu konuda yardımcı olmak için birkaç ipucu vermeye karar verdim.
Yazıda  4 madde üzerinde yoğunlaştım. Altın kurallar:

1) Bileti gidiş-dönüş almak her zaman daha ucuzdur.
2) Dönüş tarihinizi açık bilet olarak alabiliyorsanız öyle alın.
3) Uçuşunuz aktarmalı bir uçuşsa - ki aktarmalı uçuşlar genellikle çok daha ucuz oluyor.- aktarma yapacağınız ülkelerde vize sorununuz olup olmayacağını araştırın. Bu bilgiyi en doğru şekilde konsolosluklardan temin edebilirsiniz.
4) Bagaj kilo sınırına dikkat edin.
Öyle uçuşlar var ki, çok ucuz çünkü bagajsız olarak yolcu alıyorlar. Sadece 10 kg ye kadar sırt çantasına izin veriyolar. En az 5 ay kalacağınız ülkeye de küçük bir çantayla gitme imkanınız olmadığına göre buna dikkat edin. Örneğin ben Malev Airlines ile dönüşümü yaparken bagaj olarak vereceğimiz kilo limiti 23 kg'ydi. Sonrasındaki her kilo için 20 euro alıyorlardı.





28 Ekim 2010 Perşembe

En Çok Beğendiğim Ülke

En çok beğendiğim ülke: Hollanda! Amsterdam'a gidene kadar İspanya açık ara öndeydi. Ancak Hollanda, artık lider konumda.

Bir kere Hollanda, hem eğlenceli, hem de kuzey Avrupa ülkelerine özgü o Avrupai havadan tam nasibini almış durumda. Kuzeylilerin soğukluğundan burada eser yok. İsveç'te ve Danimarka'da insanların arasındaki o mesafeyi hissetmek mümkün ama burası 7/24 içen insanlarıyla, modern hayatın yasaklarının belli bir limite kadar kırıldığı ortamlarla hem farklı hem de ilginç.

26 Ekim 2010 Salı

Homo Erasmus :)

Bu resmi ilk gördüğümde gülümsedim. Homo erasmusun elindeki kokteyl özellikle çok hoşuma gitti. Parti de eli cebinde rahat rahat dolaşan erasmus insan tipi. Böyle bir kategoride yer almaktan gurur duyuyorum :)

10 Ekim 2010 Pazar

Erasmus İçin Ülke Seçimi

Erasmus maceram aslında İspanya ile başladı diyebilirim. Açıkçası bölümümüzün anlaşmalı olduğu ülkelerdeki okullar çok da iyi şehirlerde değildi. İspanya da Barcelona dışında diyebilirim :)

Ben de ilk olarak Alicante'yi seçmiştim. Oraya gidecektim. Alicante, Valencia yakınlarında oldukça turistik bir kent. Hakim olarak konuşulan dil İspanyolca. En azından Türkiye'de az da olsa eğitimini alıp da gidebileceğiniz bir ülke. Örneğin Barcelona, İspanyolca'dan çok Katalanca'nın konuşulduğu bir şehir. Dolayısıyla gideceğiniz okulun dili de Katalanca oluyor büyük ihtimalle.

Sonra, benden önce listede yer alan birinin seçtiği okul onu kabul etmedi. O da Alicante'yi resmen benim elimden aldı. İlk başlarda çok üzüldüm açıkçası. Yeniden tercih yaptım ve Polonya'yı seçtim. İyi ki de Polonya'yı seçmişim.

Barcelona'ya gittiğimde kaldığım hostelde İtalyan bir kızla tanışmıştım. İspanya'da gittiği yerleri anlatmıştı, Alicante'ye de gittiğinden bahsetti. Alicante tam anlamıyla turistik bir kentmiş. Yani her şey pahalı ve yapay biraz. Belki bu yorum biraz fazla abartılı oldu. Ancak İtalyan arkadaşımın anlattıkları ben de böyle bir izlenim bırakmıştı. Deniz, kum, güneş... Marmaris, Bodrum gibi bir yer.

Polonya'yı böyle seçmiştim işte. Zorunlu bir ikinci tercihle..

Aslında bu yazıyı, Polonya'ya gitmeyi düşünen bir arkadaşım için yazıyorum. Bir yeri seçerken hangi özelliklerine bakmalıyım diye sormuştu.

Bence gideceğiniz ülke ve okulu tamamen ne istediğinize karar verdikten sonra seçin.

Eğer erasmusa "just for fun" için gidiyorsan ünivesitenin ESN'i çok önemli. Çünkü ESN klüp olarak çok güzel aktiviteler düzenliyorlar ve erasmus öğrencilerinin kaynaşmasını sağlıyorlar.

Gideceğiniz yerin erasmus öğrencilerine verdiği önem orada geçireceğiniz süre açısından çok önemli. Polonya'daki ESN tam anlamıyla mükemmeldi. Bizimle her zaman çok ilgilendiler. Çok samimi bir ortam vardı. Örneğin şu an bir arkadaşım Fransa'da ve onun gittiği üniversite de ESN yok. Kalacak yer, konusunda çok sorun yaşadı. Oysa ben Polonya'ya gitmeden önce kalacağım yurt belliydi, beni havalimanından alacak bir mentorum vardı.

Eğlence açısından Polonya gerçekten iyi bir seçim. Her gece gidebileceğiniz bir yer var ve defalarca belirttiğim gibi çok ucuz.

Örneğin ben Erasmus'a Avrupa'da gezmek için gitmiştim, bu açıdan Polonya'ya iyi bir seçim oldu. Çünkü kalacak yere çok para vermiyordum ve paramı gezmek için harcıyordum.

Eğer ileride yurt dışında yüksek lisans yapmayı düşünüyorsanız, bence kuzey Avrupa ülkeleri iyi bir seçim olabilir. Erasmus yaparken gittiğiniz ülkeyi tanırsınız, gittiğiniz üniversitenin olanaklarını değerlendirip yüksek lisans için kalabilirsiniz.

Dediğim gibi biraz da sizin ne beklediğinize bağlı.

5 Ekim 2010 Salı

Ucuz Uçak Bileti, Ryanair Rehberi

Erasmus öğrencisiyseniz ve gezmeye kararlıysanız, ryanair sizin için bulunmaz bir cevherdir. Özellikle kış dönemlerinde inanılmaz fiyatlara uçuşlar bulabilirsiniz.
Ben gideceğim yerlere uçak biletlerine bakarak karar verdim hep. En ucuz uçuş neresi ise rotamızı oraya çeviriyorduk. Örneğin 20 euroya Belçika'ya gidiş-dönüş bileti almıştım. 20 euro ya... İstanbul'dan İzmir'e gidemezsin. 

Ben de bu yazımda sizlere ryanairden bahsetmek istiyorum biraz.

Uçak biletlerinin bu kadar pahalı olmasının nedeninin uçakta yapılan yemek servisi olduğunu duymuştum. Ryanair gibi ucuz uçak şirketlerinde ücretsiz yemek servisi yok bu nedenle. Uçuş boyunca başınızı şişirip sürekli bir şeyler satmak için ilanlar yapıp duruyorlar. 

Diğer bir nokta da oturacağınız koltukların numarasız olması. Böyle bildiğiniz yer kapma durumu. Kafanıza göre istediğiniz yere oturabilirsiniz. 

Ayrıca uçağa 10 kg'ye kadar ağırlıkta belli ölçülere uygun çanta alabiliyorsunuz. Bir çanta alma hakkınız var. Ama eğer bavulunuz varsa uçak biletini alırken bunu belirtiyorsunuz ve ek bir ödeme yaparak bagaja veriyorsunuz.

Biletinizin online check-in'ni siz internetten yapıyorsunuz. Uçuş saatinizden 4 saat öncesine kadar internet üzerinden yapıp çıktı almamız gerekiyor. Eğer yapmazsanız havaalanındaki gişelerden ücret ödeyerek yaptırmanız gerekiyor.
AB üyesi ülkelerin vatandaşları online check-in yapıp yazıcıdan aldıkları biletleriyle hiç ryanair gişesine uğramadan kontrol kapısına gidip uçağa girebiliyorlar. Bizim gibi AB üyesi olmayan ülke vatandaşları, öncelikle çıktılarını ryanair gişesinden onaylatıyorlar, pasaportumuz görevli tarafından kontrol ediliyor ve kontrol edildiğine dair bir mühürleniyor. Daha sonra kontrol kapısına gidip uçağa geçebiliyoruz.

http://www.ryanair.com/en, boş zamanlarınızı verimli bir şekilde harcayabileceğiniz bir site. :) E hadi durmayın, gezi planlarına başlayın....






4 Ekim 2010 Pazartesi

İlk günler zordur...

Kalacağımız yurdun fotoğraflarını önceden görmüştüm, büyük beklentiler içinde gitmemiştim ama odamız gerçekten çok kötüydü. Hatta bizi yurda getiren mentorlerimiz bile okulun en kötü yurdu burasıymış yorumunu yapmışlardı. Gerçekten çok kötüydü. Bu moralimi çok bozmuştu. Çünkü insan sonunda Avrupa'ya gidiyorum, her şey çok modern olacak diye düşünüyor ve Türkiye'dekinden daha kötü bir manzarayla -benzer olsa yine çekilir- karşılaşınca hayal kırıklığına uğruyor. O kadar mücadeleyi bunun için mi verdim diyorsun. Ailemden arkadaşlarımdan bunun için mi ayrı kalacağım diyorsun. Sanki hep gitme diyen yanın, ' Al işte, tüm bunlara değdi mi?' diyor ve seni hep tedirgin ediyor.

Genellikle yerimi yadsımam ve uyurum. Polonya'daki ilk gecem de böyle olmuştu. Güzel bir uyku çekip uyanmıştım. Yanımda kıyafet getirmekten yiyecek bir şey getirmemiştim birkaç bisküvi dışında. Oda arkadaşımla dışarı çıktık, her yer karla kaplıydı. Açık bir dükkan bulduk, ekmek aldık ve de peynir benzeri bir şey.


Daha sonra mentorlerimizle buluştuk. Bizi internete girebileceğimiz bir yere götürdüler. Sanırım Polonya'ya geldiğimden beri en mutlu olduğum an annemlerle görüntülü konuşmaktı. Uzun bir süre internette vakit geçirdikten sonra Centrum'a gittik. Bir markete girip alışveriş yaptık. Mentorlerimizden yurda, okula giderken kullanacağımız otobüs numaralarını öğrenip yurda doğru yola koyulmuştuk. 


Yurtta internete giremiyorduk. İnternete girmek için bazı ayarlamalar yapılması gerekiyordu. Tesadüf eseri bu ayarları yapan yetkiliyle karşılaştık ve gecenin sonunda internete girebiliyorduk.

 Şimdi geriye bakıp düşünüyorum da, başlangıçta her şey çok zor geliyor ama insan zamanla alışıyor gerçekten. Kopması zor geliyor sonra.

O yüzden her şeyi bir kenara bırakın, gittiğiniz yerin tadını çıkarmaya bakın. Evraktı, yurt kötüydü, okul sıkıcıydı demeyin... En azından yaşadığınız şehri tanıyın, yeni arkadaşlar edinin, her şey yolunda gitmese de pek çok şey kazandığınızı göreceksiniz.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Banka Hesabı

Yurt dışına çıkınca paranızı kesintisiz mi çekmek istiyorsunuz? O zaman doğru yazıyı okuyorsunuz :)
Lafı hiç uzatmadan söyleyeyim: Hemen Yapı Kredi'de bir hesap açtırın. Şöyle ki, Yapı Kredi, bir Uni Credit üyesi. Peki bu ne anlama geliyor? Yani yurt dışında Uni Credit'e üye olan bankalardan hiç kesinti olmadan para çekebiliyorsunuz. Uni Credit, 22 ülkeden pek çok bankanın üyesi olduğu bir grup. Ben Polonya'da Bank Pekaosa'dan çektim paramı. Hiç kesinti olmuyor, komisyon almak da yok.

İşte Uni Credit'in faaliyet gösterdiği ülkeler: Avusturya, Azerbeycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Almanya, Macaristan, İtalya, Litvanya, Letonya, Kazakistan, Kırgızistan, Polonya, Romanya, Rusya, Slovakya, Sırbistan, Slovenya, Ukrayna ve Türkiye.

Tek yapmanız gereken gideceğiniz ülkede hangi bankanın bu gruba üye olduğunu öğrenmek. Bu adresten bilgi alabilirsiniz.

Eğer gideceğiniz ülkede Uni Credit üyesi bir banka yoksa, örneğin İspanya... Herhangi bir bankadan para çektiğinizde yani elinizde Türkiye'deki bir bankanın bankamatik kartını gidip herhangi bir bankamatiğe taktığınızda yaklaşık 5 tl civarında bir para komisyon olarak alınıyor. Yani korkulara kapılmanıza gerek yok. Yanınızda bankamatiğinizi götürün, Türkiye'den hesabınıza yatırılan parayı küçük bir kesintiyle çekin. Western Union, çok fazla komisyon alarak paranın yurtdışındaki hesabınıza aktarılması sağlıyor. Ben 5 ay Polonya'da kaldım. Yurt dışında hiç banka hesabı açtırmaya gerek duymadım.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Polonya'da Gece Hayatı I

Polonya'da gece hayatı çok canlı. Biz erasmusların her gece gideceği bir club vardı. Giriş indirimlerine göre pazar günü hariç her gece başka bir cluba gidiyorduk diyebilirim. Pazar günü, onların dini tatili olduğu için doğru düzgün açık bir club bulmak zordu. Sık sık partiler düzenleniyordu. Kısacası gece hayatı doludizgindi.
Pazartesi herkes club 70's deydi. Bayanlara özel giriş indirimi olan bu clubta gece 1'e kadar sınırsız bira içebiliyorsunuz. Dans pisti çok küçük. Bence ortam labirent gibi. Birkaç bölümden oluşuyor. Bu arada nargile içme şansınız da var clubta. Nargile, Polonya'da sisha olarak biliniyor, bunu da belirtelim.
Club 70's de doğum günü partisi bile yapabilirsiniz. Ben oradayken birkaç doğum günü partisine rastlamıştım. Ortamdaki karışıklıktan yararlanarak pastadan nasibinizi alabilirsiniz :)

Salı akşamı Remond'a gidiliyor. Girişte öğrenci kimliğinizi gösterip 10 ziloti ödeyip içeri girip sınırsız biraya koşabilirsiniz. Remond iki kattan oluşuyor. İki seviyesi de yerin altında. Zaten club Politechnika'nın Riviera yurdunun altında.
Remond'da karaoke de yapabilirsiniz. Dans pisti ayrı bir bölümde, başka bir bölümde de arkadaşlarınızla oturup sohbet edebilirsiniz.

Çarşamba akşamının vazgeçilmezi Park Club!!! Genelde tüm erasmuslar, çarşamba günü burada oluyorlar. Hatta son haftamızda burada toplanıp eğlenmiştik. Birbirimizin taklidini yapıp video çekmiştik. Erasmus ya çok eğlenceli bir şey :)

Park cluba girerken öğrenci kimliğinizi gösterin, 10 zilotiyi verin veeee sınırsız bira gece 1'e kadar. Votka shot yapmak isterseniz 4 shot 20 ziloti, 2 tekila 20 ziloti. :)

Bu arada clublarda montunuzu vestiyere bırakabiliyorsunuz, hatta bırakmanız sizin için çok daha hayırlı :) Montunu kaybetmiş biri olarak böyle düşünüyorum.

Park Club'da ücret ödemiyorsunuz, diğer iki club da ise bunun için 2 ziloti gibi çok cüzzi bir ücret ödüyorsunuz.

Şimdilik bu kadar yeter, daha sonra diğer clublarla devam edeceğim. :)

Yurt, Ev, Kalacak Yer

Bence Polonya'ya giden birinin kalacak yeri çok da dert etmesine gerek yok :) Evet, Polonya'ya gidecek sevgili erasmus öğrencileri, rahat olun. Çünkü Polonya'daki ESN klüpleri canavar gibi çalışıyor. Tabi iş başlangıçta size düşüyor. Öncelikle gideceğiniz okulun erasmus koordinatörleriyle hep iletişimde olun. Üniversitenin ESN klübü var mı yok mu bunu bir araştırın. Koordinatöre kalacak yere ihtiyacınız olduğunu sık sık hatırlatın ve mentor isteyin. Mentor, size her konuda yardımcı olacak kişi. Havalimanından alıp yurda yerleştirmeye, okuldaki ders kaydından tutun da partinin verileceği cluba götürmeye kadar pek çok konuda size yardımcı olacak bir mentor mutlaka isteyin.
Benim kalacağım yurdu, ESN ayarlamıştı. Polonya, Türkiye gibi değil. Yurt olanakları çok geniş. Okulun farklı standartlarda pek çok yurdu var. Örneğin benim yurdum üniversitenin en kötü yurduydu. Odada 2 kişi kalıyorduk. Aylık kişi başı yaklaşık 150 tl civarındaydı. Katta mutfak vardı. Tuvaletleri ve banyoları ortak kullanıyorduk. Bu arada yurtların karma olduğunu belirteyim. Hatta yurtta kalan aileler bile vardı. Bir Türk arkadaşım yan odada kalan kadının hamile olduğunu söylemişti de başta inanmamıştım. Sonra kendi yurdumda buna benzer bir vakayla karşılaşınca kabullendim bende.
Ben Türkiye'de okulun yurdunda kalıyordum. Bir oda da 4 kişiydik, ortak kullandığımız bir masa ve bir kitaplık vardı. Temizlik açısından Türkiye'deki yurdum çok öndedir ancak standartlar açısından interneti olsun, odanın iki kişilik olması, yurtta mutfağın olması vs. Polonya'daki yurdum daha iyiydi.
Yurda giriş-çıkış saati size kalmış. Gece saat 10'dan önce yurda misafir sokabiliyorsunuz, gece sizinle kalabiliyor. İster kendi odanızda misafir ediyorsunuz ister boş oda varsa düşük bir ücret ödeyerek orada kalmasını sağlayabilirsiniz.
Türkiye'de böyle bir şeyin imkanı yoktu benim yurdumda. Daha esnek olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer evde kalmayı düşünüyorsanız bence bir süre yurtta kalın belki tanışacağınız Erasmuslarla eve çıkarsanız. Diğer yandan ortam açısından yurt daha iyi. Genellikle erasmus öğrencilerini aynı yurda yerleştiriyorlar. Kaynaşmak açısından oldukça iyi oluyor.

Kaldığım yurdun adı Tatrzanska, Park Lazierski'nin yakınında, Tatrzanska caddesinde yer alıyor. Centrum'dan 131 nolu otobüse binip Spacerova durağında inerek yurda kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

3 Eylül 2010 Cuma

Polonya'yı özledim :(

Türkiye'ye döneli 2 ay oldu. Üniversiteden mezun oldum, eve çıktım, işe başladım derken, hayatım çok hızlı değişti.  Ve Polonya'yı daha çok özledim.
Orada eğlenceli ve sakin bir hayatım vardı. Şu an Varşova'nın hava durumuna bakmak bile beni hüzünlendiriyor.
İlk zamanlar insan ailesini, arkadaşlarını, memleketini özlediği için pek fark etmiyor. Aslında uçaktan inmeden önce başlayan hafif burukluğun giderek artması bu.
Sonuçta orada 4 ay geçirdim, oraya alıştım. Haliyle şu an özlüyorum.
Budapeşte aktarmalı gelmiştim. Uçak, Atatürk Havalimanı'na inmişti. Zaten uçaktan iner inmez beni karşılayan sıcak hava, memleketine hoşgeldin der gibiydi.
Havalimanından çıktığımda karşılaştığım trafik de ikinci hoşgeldin hediyesiydi.
Bir anda İstanbul, gözüme çok sevimsiz geldi. Her şey çok karışık, gürültülü, kalabalık ve rahatsızlık vericiydi. Avrupa'nın geneline hakim olan o düzen anlayışından taşı toprağı altın olan bu kentin hiçbir yerinde yoktu.
Sonra, insanlar Türkçe konuştuğunda heyecanla dönüp bakıyordum. Çünkü insan yurt dışındayken ne zaman Türkçe konuşan birini duysa heyecanlanıp konuşuyordum. Özellikle ilk başlarda :) çünkü Belçika ziyaretimden sonra Türkçe konuşan insan sayısının çokluğu şaşkınlıktan öte alışılmış gelmiş sıkmıştı.
Diğer yandan Polonya'ya ilk gittiğim zamanlarda o kadar çok sarışın, renkli gözlü insan görüp garipsemem gözümün alışmaması durumu zamanla kaybolmuştu şimdi Türkiye'de herkes çok esmer görünüyordu.

Sonuç olarak Polonya'yı çok özledim.

Roma

Milano, Venedik, Floransa, Pisa ve sonunda Roma!!! Roma, gerçekten çok güzel. Büyük bir metropol. Şu ana kadar gezdiğimiz şehirlerde elimize haritayı alıp yürüye yürüye dolaşıyorduk. Ancak Roma, yürüyerek dolaşabileceğimiz bir yer değil. Aslında Vatikan dışında ziyaret edilecek pek çok yer birbirine yakın. Ama bizim gibi zamanınız azsa en iyisi ulaşımın nimetlerinden yararlanmak.
Roma'ya Pisa üzerinden geçmiştik. Termini istasyonunda trenden indiğimizde hava kararmıştı. Ertesi gün için Roma'da denize yakın bir hostelde rezervasyonumuz vardı ancak bu gece için kalacak bir yerimiz henüz yoktu. Aslında Pisa'da sabahlamayı düşünmüştük ancak Pisa çok sıkıcı gelmişti. Pisa kulesini görüp  Roma'ya doğru yola koyulmuştuk. Roma'da o gece için dışarıda sabahlayamayacağımızı anlamamız uzun sürmemişti. İstasyonun olduğu yer, pek tekin değildi. Floransa'da tanıştığımız arkadaşımız bize istasyona yakın bir hostel önermişti. O hosteli bulduk.
Sabah ilk işimiz Rome Pass almak oldu. 3 gün geçerli olan bu karta 22 euro ödedik. Rome Pass ile şehir içi tüm ulaşım araçlarından ücretsiz olarak yararlanabiliyorduk. Müzelere girişte indirimimiz vardı. Ayrıca ilk iki müze girişi için de ücret ödemeyecektik. 
En pahalı iki müze arayışımız uzun sürmedi. İlk olarak Kollesium'da karar kıldık. 
Roma gezimize, öncelikle Vatikan'dan başladık. Vatikan'a giriş için önceden özel izin almak gerekiyor.  Ancak Papa'nın halkı selamladığı alan İtalya'da Roma sınırları içerisinde. O alanı gezdik.
Vatikan müzesini ziyaret etmeye karar verdik. Roma Pass'imiz Vatikan müzesi için geçerli değildi. Çünkü Vatikan, ayrı bir devlet. Ama giriş pek çok müzeye göre fiyat olarak uygundu. Tek yıldırıcı nokta abartmıyorum kilometrelerce süren kuyruk. Bu kuyruk içinde çeşitli noktalarda size tur satmak isteyenler de mevcut, paket turlardan birini satın alarak kuyruğa o noktadan dahil olma fırsatına erişiyorsunuz.
Biz de kuyruğa pek de etik olmayan bir şekilde dahil olduktan sonra Politechnika öğrenci kimliğimizi göstererek içeriye girebildik. Vatikan müzesi çok büyük. Sanırım hayatımda gezdiğim en büyük müzeydi.

Farklı bölümlerden oluşuyor. Önce ünlü ressamların eserlerini gördüğümüz bölümü ziyaret ettik. Daha sonra heykeller, kilimler, statülerden oluşan bölümleri gördük. Sistina şaphelini de ziyaret ettikten sonra papaların mezarlarının olduğu bölümden geçerek gezimize son verdik.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bana müze gezisi oldukça yorucu ve sıkıcı geldi. Çünkü geziye yaklaşık 4 saat ayırmak gerekiyor. Rehber eşliğinde gezmediğimiz için de çoğu esere bakarak geçtik. Diğer yandan kalabalık da insanı çok yoruyor.






İtalya'nın başkenti Roma. Pek çok Avrupa kenti gibi kozmopolit bir yapıya sahip. Kalabalık, gecenin belirli bir saatinden sonra ürkütücü...

24 Ağustos 2010 Salı

Bratislava

Bratislava, Slovakya'nın başkenti. Aynı zamanda da Slovakya'nın en kalabalık kenti. Hem Macaristan'a hem de Avusturya'ya sınırı olan bir kent. Yaklaşık bir saatlik otobüs yolculuğuyla Viyana'ya gitmek mümkün.
Bratislava'nın içinden Tuna nehri geçiyor. Ben Bratislava'dayken 1 Mayıs'tı. Her yerde kutlamalar yapılıyordu. Güzel bir gündü. Hava güneşliydi.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Amsterdam

Amsterdam, şu ana kadar gördüğüm en aykırı yer... Modern dünyaya ait tüm yasakların yasak olmadığı yer. Buna rağmen, gerçek bir Avrupa kenti, düzenli, temiz, güzel ve modern... 

Amsterdam da uyuşturucu kullanmanın belli bir miktara kadar serbest olduğunu duymuşsunuzdur. Bu uyuşturucular, "coffee shop" adı verilen pek de kahve dükkanına benzemeyen yerlerde satılıyor. Diğer yandan sokakta yürürken marihuana satıcıları tarafından rahatsız edilmeniz olası... Modern dünyada yasak olan pek çok şey Hollanda'da serbest. Hayat kadınlığı da yasal. Red Light Street denilen bir bölgede bu kadınların çalıştıkları mekanlar oldukça turistik bir şekilde sergilenmekte.
Kadınlar, vitrinlerde duruyorlar. Katılmış olduğumuz tur dahilinde bu sokaktan geçmiştik. Rehberimiz, fotoğraf makinelerimizi, kameralarımızı saklamamızı önermişti. Çünkü sokağın sakinleri görüntülenmekten pek hoşlanmıyorlardı. Grupta yer alan biri Çinli turistin boynundaki kamerayı gören sokak sakini bir kadın gelip üzerine su attı. Hepimiz bu beklenmedik tepki karşısında şaşırdık. Rehberimiz, çoğunun bu işi zorla yaptığını, onlara karşı biraz da anlayışlı olup saygı göstermemiz gerektiğini belirtmişti. Amsterdam, aykırı bir yer, insanın anlayış düzeyini zorlayacak kadar aykırı bir kent hem de...

Benim Amsterdam'da bulunduğum süre de dünya kupası maçları vardı. Hollandalılar çılgın gibi içip eğleniyorlardı.

Amsterdam'ın ilginçliğine ilginçlik katan diğer bir nokta da, sokakta erkekler için umumi tuvaletlerin bulunması... Bu tuvaletler oldukça ilginç. Rehberimizin dediği gibi özellikle gecenin belirli bir saatinden sonra -bira etkisi- erkeklerin en iyi dostu olduğuna şüphe yok. Aşağıda gördüğünüz resim bu tuvaletlerden birine ait.
Turuncu smokinli adam açık hava tuvaletini kullanırken
  Erkekler için bedava tuvalet olurda, kadınlar için olmaz mı? Biz kadınlar tuvalet için hep para mı ödemek zorundayız diyen Amsterdamlılar, eyleme girişmişler. Pek çok kadın bir köprünün üzerinde toplanmışlar ve bir gün boyunca ... evet tahmin ettiğiniz şeyi yapmışlar... Ve eğer onlar için de tuvalet yapılmazsa her gün bir köprünün üzerinde bu eylemi tekrarlayacaklarını söyleyerek hükümeti tehdit etmişler. Amsterdam, kuzeyin Venedik'i olduğu için bu tehdit, hükümeti harekete geçirmeye yetmiş. Kadınlar içinde ücretsiz kullanabilecekleri tuvaletler yapılmış. Ancak zamanla bu tuvaletlerde bazı insanlar uyuşturucu kullanmaya, evsizler barınmaya başlayınca tuvaletler kapatılmış. 

Hollanda'nın inekleri çok meşhur, böyle olunca çok farklı peynir çeşitleri bulmanız da mümkün.  


10 Temmuz 2010 Cumartesi

Erasmus Dönüşü Hazırlanacak Belgeler

Üniversiteler tarafından istenen belgeler de ufak tefek farklılıklar olabiliyor. Bizim üniversitenin bizden istediği belgeler şöyleydi:

  1. Rapor - Ulusal Ajansın hazırladığı Öğrenci Rapor Formu
  2. Katılım Sertifikası - Gidilen üniversite tarafından onaylanmış                                                               Katılım sertifikasında belirtilen günlere bakılarak hibenizi alıyorsunuz. 
  3. Banka Hesap Cüzdan Dökümü - Erasmus değişim programı tamamlandıktan sonra yatırılan hibenin durumunu gösteren Ziraat Bankası’ndan alınan hesap dökümü
  4. Misafir Üniversiteden Getirilen Not Belgesi - Misafir üniversiteden getirilen aldıkları derslerin başarı durumunu ve ECTS kredilerini gösteren belge
  5. İzlenim Raporu - Misafir olduğunuz bölüm, üniversite ve ülke ile ilgili eğitim, öğretim, sosyal ve resmi işlemler ile ilgili izlenimlerinizi özetlediğiniz bir sayfalık rapor                                                                   Benim yazmış olduğum izlenim raporuna buradan ulaşabilirsiniz.
Formlara YTÜ AB Ofisi sayfasından ulaşabilirsiniz.

Erasmus Başvuru Süreci

Bu yazı Fransa'da erasmus yapacak olan canım arkadaşım Diyar Erdoğan'a ithafen yazılmıştır. :)

Erasmus, erasmus... Mutlaka gidin :) Başvuru sürecinde bitmek bilmiyormuş gibi görünen evraklar sizi korkutmasın... Kabul ediyorum uğraştırıcı, zaman zaman bıktırıcı hatta caydırıcı ama değiyor çekilen tüm sıkıntılara...

Erasmustan yeni dönmüş biri olarak sizinle evrak deneyimimi paylaşayım dedim...

İlk adım Application Form ve Learning Agreement'in gidilecek üniversiteye gönderilmesi... Learning Agreement'a seçeceğimiz dersleri yazıyoruz. Derslerde sonra değişiklik yapabiliyoruz. Zaten form 2 sayfadan oluşuyor. 2. sayfası yapacağımız değişiklik için. Ben ilk seferde sadece ilk sayfayı göndermiştim gideceğim okula. Sonra Varşova'da bazı dersleri değiştirdim ve değiştirdiğim dersleri yazıp formu Türkiye'ye gönderdim. 

Application Form'da da en can alıcı kısım "Briefly state the reasons why you wish to study abroad?" sorusuna verilecek yanıt olabilir. Ben kendi yanıtımı burada paylaşayım:


I would like to study abroad because I want to see how the "life" is outside my country. I want to meet new people, learn their language and culture, see different places, hear different sounds, improve myself and so on. I chose Warsaw University of Technology, because it is good at Electrical and Computer Engineering and Informantion Technologies. I want this to be a great educational and life experience. Also I believe, it will be useful for my career.

Formu doldururken insan acaba kabul edilecek miyim diye düşünme telaşıyla stres oluyor. Ama ortalamanız 2'nin altında olmadığı sürece reddedilmeniz söz konusu değil. Fransa'ya gidecek arkadaşların formun Fransızca versiyonunu doldurmaları gerekiyor. AB Ofisi'ndeki görevli, bir grup öğrencinin formu Fransızca doldurmadıkları için reddedildiklerini söylemişti. 




Formları doldurup 3'er nüsna haline getirip AB Ofisi'ne ve bölüm koordinatörüne onaylattıktan ve trabskriptinizi ekledikten sonra gideceğiniz okula gönderebilirsiniz :)
Biz PTT'den göndermiştik. 7.5 tl tutmuştu. Bir arkadaşımızın işi acildi, İsveç'e aps ile göndermişti 85 tl ödemişti... 

Eğer garanti olsun isterseniz ya da süreniz azsa evrakları tarayıp bölüm koordinatörünüz aracılığıyla mail gönderebilirsiniz. Evrakları imzalayıp onaylıyorlar ve kabul belgesiyle birlikte bölüm koordinatörünüze ya da AB ofisine 2 kopyasını gönderiyorlar.


Erasmus sürecinde Ulusal Ajans'ın sayfası ve kendi üniversiteniz ile gideceğiniz üniversitenin erasmus sayfasını sık sık ziyaret etmeyi unutmayın. 

Eğer Erasmus Yoğun Dil Kursu Programı'na katılma şansınız varsa bu fırsatı kaçırmayın :)

9 Temmuz 2010 Cuma

Polonya İzlenim Raporu

2010 yılı bahar döneminde Erasmus ögrencisi olarak eğitimime Polonya’da Warsaw University of Technology üniversitesinde devam ettim. Bu raporda size izlenimlerimden bahsetmek istiyorum.
Üniversite, Polonya’nın baskenti olan Varsova’daydı. Gitmeden önce Varşova’nın sessiz ve hüzünlü bir sehir oldugunu duymustum. II. Dünya Savası’nda %70’i yerle bir edildigi için Polonyalılar zamanlarını sehri yeniden insa etmeye harcamıslar, karsımda çok modern bir kent bulmadım. Özellikle stanbul’dan sonra her yer insanın gözüne çok bos geliyor.

Yurt dısına çıkmadan önce Avrupa’nın pahalı oldugu düsüncesi hakimdi. Ancak Polonya’ya gidince gördüm ki Varsova –ki Polonyalılara göre Polonya’nın en pahalı kenti- İstanbul’dan çok daha ucuz. Warsaw University of Technology, Polonya’nın en iyi teknik üniversitesi. Mühendislik alanında okumak isteyenlerin ilk tercihi. Okulun dili hem ngilizce hem de Lehçe. ngilizce okuyanlar Exchange ögrencileri, erasmus ögrencileri, Polonyalı ögrenciler ve diger ülkelerden gelen tam zamanlı ögrenciler.

Kampus biraz dagınık bizim fakültemiz Main Building’e yakındı. Her fakültenin kendine ait bir agı, kütüphanesi ve binası var. nternet gayet hızlıydı. Bize verdikleri kullanıcı adı ve sifresi ile baglantı saglayabiliyorduk. Notlarımızı görüntüledigimiz, dersler hakkında bilgi aldıgımız bir sistem vardı. Kendi bölümümden örnek vermek gerekirse Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisligi bölümünde hocalarla ve derslerle ilgili bilgilere bölümümüzün sayfasından ulasabiliyoruz. Ancak Warsaw University of Technology’de herkesin kendine ait bir sayfası var. Kullanıcı adınızla ve sifrenizle sisteme giris yapıyorsunuz. Aldıgınız derslerin yer aldıgı sayfa karsınıza çıkıyor. Ders hakkındaki bilgilere, notlarınıza bu sayfadan ulasabiliyorsunuz. Dersin hocasına göre vize sayısı degisiyor. Ama her dersin finali var. Hatta her dersin 2 finali var. Eger ilk finaliniz iyi geçerse 2. finale girmeden notunuzu alıyorsunuz, 2. final daha çok kurtarma gibi.
Sınıflar maksimum 25 kisilik. Dersler lecture, tutoriol ve varsa lab. Olarak isleniyor. Lecture da hoca ders anlatıyor. Tutoriol da örnek çözüyoruz. Derse devam zorunlu degil ama tahtaya kalktıgınızda ya da zaman zaman derse geldiginizde hoca ek puan veriyor. Sürekli ödevler var o açıdan düsünülünce bize göre daha zorlayıcı bir sistemleri var. Ve örnek çözme ve ders anlatma kısmını ayırmaları bence çok yararlı.
Okulun dilinin aynı zamanda ngilizce olması benim için çok yararlı oldu. Hocalarımız ve sınıftaki arkadaslarımız iyi düzeyde ngilizce konusuyorlardı. Bu da ngilizcemi gelistirmeme katkı sagladı. Yabancı ögrenciler için açılan Lehçe dersinden de aldım. Lehçe çok zor bir dil, çok da az olsa bir seyler ögrendim. Özellikle son zamanlarda markette, yurtta biraz anlamaya basladım söylenenleri. Bu arada Polonya’da gençler dısında ngilizce konusan birini bulmak çok zor. Dil oldukça büyük bir problem.
Okulun harika bir ESN klubu var. Erasmus sürecimizi harika kıldırlar. Okulun ilk 2 haftası her gün bir etkinlik vardı, oyunlar oynadık, geziler yaptık ve her aksam partiye gittik. Sonrasında da hem Polonya için de hem de yakındaki ülkelere – Slovakya ve Avusturya’yageziler düzenlendi. Erasmus ögrencileriyle kaynasmamızı sagladılar.
Kalacagımız yurdu da ESN ayarlamıstı. Kaldıgım yurt gerçekten çok kötüydü. Ayda yaklasık 150 tl veriyorduk. Mutfak, banyo, tuvalet katta ortaktı. Odalar 2 kisilikti, buzdolabı vardı. stanbul’da YTÜ’nün yurdunda kalıyordum ve Varsova’da yurdumu ilk gördügüm an benim için tam bir hayal kırıklıgıydı. Çünkü YTÜ’nün yurdunu aratır nitelikteydi. Esyalar eskiydi, kirliydi, ortak alanlar da çok ama çok kirliydi. Ancak kaldıgım yurtta pek çok Erasmus ögrencisi kalıyordu ve bu da kaynasmamızı saglayan etkenlerden biriydi.
Gece hayatından hoslanıyorsanız Polonya inanılmaz uygun bir yer olur sizin için Ögrencilerin gittigi klupler var içeriye girerken yaklasık 5 tl veriyorsunuz gece 1’e kadar sınırız bira içebiliyorsunuz.
Diger yandan Varsova’ya gelmeden önce mentorumuzle iletisime geçmistik. ESN tarafından görevlendirilen bu kisi, size özellikle ilk zamanlarda çok yardımcı oluyor. Havalimanından karsılamak, yurda yerlestirmek, ders kayıtları vs. gibi.
Polonya, teknoloji olarak belki Türkiye’nin gerisinde bile olabilir ama her seyden önce bir Avrupa kenti. En basitinden duraklarda otobüsün hangi duraklardan geçtigi ve saatleri yazıyor ve otobüs o saatinde duraga geliyor. Her yerde yaya geçidi ya da trafik ısıgı var. İlk gittigimde yaya geçidinden geçmeden önce gelen araba var mı diye bakıp arabanın geçmesini bekliyordum, araba da benim geçmemi bekliyordu. Zamanla alıstım tabi.
Türkiye’ye göre çok daha güvenli oldugu kesin, gecenin bir saatinde sokakta tek basınıza yürüyebilirsiniz. Diger yandan hiçbir alısveris merkezinde hiçbir havalimanının girisinde – Türkiye’dekinin tersine- detektörlerden geçmiyorsunuz. Polonya’da zengin ve fakir insan arasında büyük fark yok, kim zengin kim fakir anlasılmıyor.
Simdi geriye dönüp baktıgımda iyi ki Polonya’ya gitmisim diyorum Çünkü ucuz olması diger Avrupa ülkelerini de rahatlıkla gezmemi sagladı. Ayrıca konumu itibariyle Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi yakın ülkelere rahatlıkla gittik. Yukarıda da belirttigim gibi ESN etkinlikleriyle birbirimizle tanıstık, anlastık. Tek dezavantaj yemeklerdi. Lahanayı çok seviyorlar. Kebap çok ünlü mesela ve kebabın içine bile lahana koyuyorlar. Ayrıca çok domuz eti yiyorlar.
Sonuç olarak Erasmus sürecim tahmin ettigimden çok daha güzel geçti. Polonya’yı herkese tavsiye ederim.

Dönüşüm Muhteşemdi (!)

Tam bir haftadır Türkiye'deyim. Geçen hafta bu saatlerde midemde kramplar, stresle uçağa girmeyi bekliyordum. Nedeni de elimdeki bir sürü poşetle, çantayla uçağa girme konusunda sorun yaşayıp yaşamayacağımı merak etmemdi. 

Uçağımız saat 9'daydı. Malev Havayollarından kampanya kapsamında gidiş-dönüş 141 euroya almıştık biletimizi aylar önce. Sabah erkenden düştük yollara, amacım erkenden içeri girip Duty Free'den bir şeyler almak. Saat 7 olmadan havalimanındayım. Bilet gişesi henüz açılmamış. Bekliyorum. Sırt çantam, yan çantam ve valizim. Üzerimde ince montum var, bir de aldığıma bin pişman olduğum maskem. Tüm İtalya'da taşıdığım yetmezmiş gibi bir de bu kadar eşyanın yanında onu taşıyorum. Tüylerine özen göstermek gerekiyor. 

Bagaj olarak vereceğimiz valiz en fazla 23 kg olabiliyor. 23 kg'den sonra her 1 kg için 20 euro ödememiz gerekiyor. Ben de hazır zaman var diye valizimi bir tartayım dedim: 35 kg. Küçük çaplı bir şok yaşadıktan sonra açtım valizimi ve boşaltmaya başladım. Şampuan ve saç spreyiyle başladım. Birkaç kazağı sırt çantama ve kol çantama koydum. Havlularımı attım, ince bir battaniyem vardı onu attım, kot pantolonlarımı attım, attım da attım. Bu arada bizim gibi başka erasmus öğrencileri de vardı ve herkes eşya boşaltma telaşındaydı. Böyle ata ata ve eşyalarımı diğer çantalarıma sıkıştıra sıkıştıra 23.1 kg'ye indirdim. Ancak daha önemli bir sorunum vardı. Uçağa girerken yanımıza sadece 10 kg'ı geçmeyen bir çanta alabiliyorduk. Ancak benim 2 büyük çantam vardı. Gişedeki görevlinin bunu kabul etmesi imkansızdı. Ek ücret ödemem gerekecekti ve ek ücret ödemek yerine yeni bilet alsam çok daha iyiydi.

Arkadaşımla sırt çantamızı saklamaya karar verdik. El çantamı ve valizimi alarak sıraya girdim. El çantam 8 kg geldi. Biletimi aldım ve sırt çantamı sakladığım yerden alıp güvenlik kontrolünden geçmek üzere  sıraya girdim.

Çantanıza sadece bileti alırken bakıyorlar, uçağa gireceğiniz kapıda sadece biletinizi kontrol ediyorlar. Çanta kaç tanedir baktıkları yok. Ancak o gün bize bilet gişesinde çok sorun çıkardılar. Kapıda da sorun çıkarabilirler diye biraz korkuyordum. Sonuçta uçağa 1 çantayla binmemiz gerekiyor. Neyse ki kapıda sorun çıkmadı. 

Uçuşumuz Budapeşte aktarmalıydı. Budapeşte'ye gittiğimiz uçak oldukça küçüktü ve  çantalarımı rafa koymama imkan yoktu. Boş koltuklardan birine koydum.

Budapeşte havalimanında İstanbul'a gidecek uçağın kapısına gitmemiz bir hayli zor oldu. Yürüdük ve yürüdük. Budapeşte'den de bir şeyler aldım ve poşet sayımda göze çarpan bir artma oldu. Uçağa gireceğimiz kapının önünde sıra olmuştuk ve herkesin sadece 1 çanta ile uçağa girebileceğini belirten anonslarda gerilmemi sağladı. Poşetlerimi gözden kaçırmaya çalışır bir şekilde yapmış olduğum hamlelerle bilet kontrolunden hızla geçmeye çalışırken görevli biletimde elektronik bir hata olduğunu söyledi. Ben de çantalarla ilgili bir şey duyacağımı düşünüyordum. Hemen yeni biletimi aldım ve uçağa süzüldüm.

İstanbul'a indiğimizde hemen bir araba buldum ve çantalarımı güzelce yerleştirdim. Annemler beni görünce bu kadar eşyayı nasıl getirdim diye çok şaşırdılar. Ben yorgunluktan ölmüş bir haldeydim.

Erasmus'a gideceklere en büyük tavsiyem, giderken çok eşya götürmeyin :) Oradan mutlaka bir şeyler alıyorsunuz çünkü...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Son 10 Gün

Türkiye'ye dönmeme 10 gün kaldı. Yarın son sınavımı olacağım. Herkes yavaş yavaş ayrılıyor. Benim de yarın son sınavım var. Zaman ne kadar da çabuk geçti. Yurda ilk geldiğim geceyi hatırlıyorum. Tam anlamıyla bir şoktu. Ben hayalimde güzel bir yurt canlandırmıştım oysa karşıma çıkan Türkiye'deki yurdumu aratacak nitelikteydi. Eski yurduma göre temizlik açısından çok geride olduğu su götürmez. Ama bu yurt daha kullanışlı. Mutfak var. Odalar 2 kişilik, herkesin kendine ait masası var. Her odanın eşyası farklı, bazı odalarda çok dolap var örneğin. Bizim oda tam anlamıyla bir şansızlık örneği. Tam karşımızda tuvalet, çaprazımızda mutfak, birkaç oda sonramızda parti odası ve bahçede barbekü yapılan yerin tam karşısı.
Şimdi bunları yazarken gülümsüyorum. Bu dönem çok hızlı geçti. Yorulduk, gezdik, gördük ve biraz daha büyüdük.
Yarınki sınavıma biraz daha çalışayım. Son sınav :) Umarım Bilgisayar Mühendisliğindeki son sınavım olur. Kurtarma sınavına kalmak istemiyorum çünkü.

Not: Gezdiğim yerleri ayrıntılı olarak anlatmak istiyorum ama bir türlü yazamadım. Gezmekten yazmaya fırsat mı kalmıyor ne?!

15 Haziran 2010 Salı

Polonya Hakkında

Bugün erasmus öğrencilerinin katılıp Polonya hakkındaki görüşlerini bildirdiği radyo programına katılacağım. Programda bahsetmemizi istedikleri konulara dair bazı sorular gönderdiler. Ben de bu soruları ve yanıtlarımı burada paylaşmaya karar verdim. Genel anlamda bir Polonya değerlendirmesi ve Türkiye-Polonya karşılaştırması diyebiliriz. Polonya'da erasmus yapmayı düşünenler için yararlı olabileceğini düşünüyorum. Lafı daha fazla uzatmadan sorulara geçelim:)
1) Neden Polonya'yı seçtiniz?
Bu soruya genelde verdiğim yanıt, seçeneklerim arasındaki en iyi seçeneğin Polonya olması nedeniyle buraya gelmiş olmam. Okulun dilinin ingilizce olmasının da etkisi büyük tabi. Diğer bir etken de Polonya'nın ucuz olması. Fiyatlar Türkiye ile hemen hemen aynı. İstanbul'u düşününce Varşova, İstanbul'dan çok daha ucuz. Polonyalılar, Varşova'yu en pahalı şehir olarak görüyorlar. 
2) Polonya ve Türkiye arasında gördüğünüz farklılıklar nelerdir? Örneğin eğitim, kültür konusunda...
Bence bizim derslerimiz daha zor. Biz de dersi geçmek kesinlikle daha zor. Mesela burada take-up exam denilen bir sınav var. Örneğin finale girdiniz ve finaliniz iyi geçmedi. Bir sınav hakkınız daha var. Belki bizdeki bütünlemeye karşılık düşüyor. Sınav programı açıklanırken bir dersin 2 sınavı görünüyor. İlk sınava giremezseniz ikinci sınava girme hakkınız da var.
Türkiye'de laboratuarı olan dersler çok zordu. Hoca laboratuarda soru verirdi, laboratuarlar daha çok sınav niteliğindeydi. Burada hoca laboratuara girmeden önce soruları yayınlıyor. Çalışıp gitme şansınız var. Türkiye'deki sisteme göre öğreticiliğinin daha yüksek olduğu kesin. Diğer yandan bazı derslerin laboratuarına girmeden önce entry test denilen sınava tabi tutuluyorsunuz.
Sınıflar genellikle 20-25 kişilik. Bu da eğitimin daha etkin olmasını sağlıyor. 
Dersler için sık sık ödevler, projeler veriliyor.

Polonyalılar, kuzey insanı, bize göre daha soğuk kanlılar. İnsanlar birbirine daha mesafeli. Ve de burada aşırı içki içiyorlar. Genci, yaşlısı herkes.
3) Polonya'da çok yabancı insan gördünüz mü? Genellikle vaktinizi kimlerle geçiriyorsunuz?
Avrupa'yı gördükten sonra Türkiye'de çok yabancı yaşamadığını anladım. Özellikle büyük şehirlerde çok yabancı var. Çinliler gerçekten her yeri ele geçirmiş durumda. Polonya'da da özellikle okulda çok yabancı öğrenci var. 
Ben genellikle Erasmus öğrencileriyle vakit geçiriyorum. Bizim üniversitenin Erasmus Student Network klübü çok etkin. Geldiğimizden beri pek çok etkinlik düzenlediler. Özellikle ilk iki hafta her gün bir etkinlik her akşam parti vardı. Bu sayede birbirimizi tanıdık. Ayrıca kaldığım yurtta da -Tatrzanska, gelmiş geçmiş en kötü yurt- çok Erasmus öğrencisi var. Yurdun da sosyalleşmemize sağladığı etki göz ardı edilemez :) Özellikle mutfak, tam bir sosyalleşme ortamı. Yemek yaparken, bulaşık yıkarken, yemeği yakarken birileriyle tanışıyor, sohbet ediyorsunuz.
Bence insan hangi ülkede erasmus yapıyorsa o ülkeden pek arkadaşı olmuyor. ESN'den ve sınıftan tanıdıklarım haricinde Polonyalı pek arkadaşım olduğu söylenemez.Bir zamanlar bir mentorum vardı ama :)
4) Varşova'da iyi vakit geçiriyor musunuz?
2. Dünya Savaşı sırasında %70 i yıkılan Varşova, çalışkan Polonyalılar sayesinde eskisi gibi yeniden inşa edilmiş. Komunist dönemden kalma uzun, soğuk binalar, şehrin geçmişi bugüne yansıtıyor. Varşova, sanki hep hüzünlü. Hava günlük güneşlikken bir bakıyorsunuz yağmur yağıyor. Dışarıya şortla çıkıyorsunuz. Ansızın yağmur bastırıyor. Lehçe hocamız, Polonyalıların ilkbaharda dışarı çıkarken yanlarına şemsiye ve kalın bir şey mutlaka aldıklarını söylemişti.
Varşova'da en güzel yer Old Town. Onun dışında eğlenebileceğiniz tek şey partiler bence. Gece hayatını seviyorsanız Varşova'dan daha güzel bir yer olamaz, Özellikle erkekler için çünkü Polonyalı kızlar çok güzel. 
5) Sizce Polonyalılar yabancılara karşı arkadaşça mı davranıyor?
Bence evet. Yardım etmeye çalışıyorlar her zaman. Karşınızda İngilizce bilmeyen birine bir şeyler anlatmaya çalışırken İngilizce bilen bir Polonyalı nazikçe yardım etmeyi teklif ediyor. Sınıfta Polonyalı arkadaşlar, biz varken İngilizce konuşuyorlar. Bence Türkiye'de olsak buna pek dikkat edilmezdi. Türkiye'de Erasmus öğrencileri bugün derse gelmese de Türkçe işlesek diye düşünürdük. 
6) Polonya'ya gelmeden önceki düşüncelerinizle şu anki düşünceleriniz örtüşüyor mu? Polonya hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası buraya gelirken harika bir şehir beklemiyordum. Zaten duyduklarım ve okuduklarım kadarıyla pek umudum yoktu. Ama buraya gelince gördüm ki burası tam bir Avrupa kenti olmasa da Avrupa, hele Türkiye'ye göre kesinlikle bir Avrupa kenti. 
Fiyatların bu kadar uygun olmasını beklemiyordum. Bilseydim valizimi o kadar çok kıyafetle doldurmazdım örneğin :) 
Her şeyi tatlı yediklerini de bilmiyordum.
Buraya gelmeden önce Polonya'nın tarihte hem Rusya'dan hem de Almanya'dan çok çektiğini biliyordum. Ama buraya gelince Ruslardan daha çok nefret ettiklerini öğrendim. 

Bir de Polonya'da, Polonyalılardan çok Yahudiler hakkında bir şeyler öğrendim...

Havasıyla, suyuyla, tatlı yemekleriyle,  lahanasıyla, votkasıyla Polonya'yı sevdim :)

Sonuç olarak Polonya, Erasmus için biçilmiş kaftan :)













10 Haziran 2010 Perşembe

Varşova'da Sıcak Günler

Havalar ısındı. İnsanlar parklarda mayolarını giymiş güneşleniyor. Her yer mis gibi çilek kokuyor. Her köşe başı çilek satan birine rastlayabilirsiniz. İnsanlar daha bir şık artık. Rengarenk elbiseler, -ee zaten Polonyalı kızlar güzel- ortama renk katıyor.
Havalar ısınır ısınmaz herkes terlik giymeye başladı. Okuldaki memurdan tutun da öğrenciye, hizmetliye kadar herkes terlik, açık ayakkabı giyiyor. Bizim Türkiye'de okula terlikle en son ilk okulda sivil kıyafetle gitme döneminde gidiyorduk. İlkokula ait bir şey gibiydi ama burada herkes plaj havasında. Böyle okulun içini kısa şort, terlik modası almış durumda. Okulda bir sürü insanı terlikle görünce terliğin gezmeye, bakkala, çarşıya gidilirken giyilir imajı yüzünden ister istemez garipsiyorum. 
Havaların ısınmasıyla birlikte ortaya çıkan sevimsiz şeyler de sinekler. Burada çok fazla sinek var. Sivri sinekler her yerde. Varşova Belediyesi'nin buna bir çözüm bulması lazım :)
Sıcak havanın bunaltıcılığına rağmen soğuk günler geride kaldığı için şu andan mutluyum. 

8 Haziran 2010 Salı

Brug, Brüksel, Belçikaaa


Brüksel, Avrupa Birliği’nin başkenti. Biz de ucuz bilet bulunca Brüksel’i keşfetmeye karar verdik. 2 günlük gezimizin bir gününü Brugge’a bir gününü de Brüksel’e ayırdık.
Rynair'den aldığımız Krakow-Brüksel Charlie uçağımız saat 20.10’da kalktı. Yolculuk bir saat 20 dakika sürüyor. O gece için havalimanında sabahlamayı düşünüyorduk. Uçaktan indiğimizde havanın aydınlık olması beni çok şaşırttı. Tamam batıya geldik ama saat gecenin 10’u ve her yer aydınlık. İnsan ister istemez garipsiyor. Havalimanında sabahlama fikri pek de cazip gelmedi. Brugge’da ertesi gün kalacağımız hosteli aradım boş yer olup olmadığını sordum. Onay alınca da havalimanından Brüksel’e giden otobüse bindik. Otobüs biletini gidiş-dönüş aldık ve 22 euro ödedik. Avrupa’daki küçük havalimanı mantığı, şehirden 100 km öteye bir havalimanı yap, özel otobüs koy, insanlar, uçak biletinden daha çok para ödeyerek binmek zorunda kalsın. Aynı şey Barcelona Girona havalimanında da olmuştu. Uçak biletinden pahalı otobüs bileti alıp şehir merkezine gitmiştik. Polonya’da böyle değil mesela, havalimanına her zaman normal (makul fiyatlı) otobüs, tren var.
Brugge gitmenin tek yolu Brussel Midi istasyonunda inip trene binmekti. Biz de trene binip Brugge doğru yola koyulduk. Tren herhalde hayatımda bindiğim en güzel trendi. Brüksel’de gerçekten Avrupa bu diyorsunuz. İnsanlar çok şık ve kibar. En önemlisi İngilizce biliyorlar ve bu Polonya’dan sonra bizim için adeta bir nimet.
Tren yolculuğumuz yaklaşık bir saat yirmi dakika sürdü. Brugge’a indiğimizde ortalık çok sessizdi. Kitap okuyan taksi şoförlerine yolu sorduk.  
Hostel görevlisi telefonda kapıyı açmamız için şifreyi söyleyip oda numarasını vermişti.  Ortalıkta kimse yoktu, içeri girdik ve kendi evimizmiş gibi odamıza girip uyuduk.
Sabah uyandığımda her yer günlük güneşlikti. Her ne kadar haziran ayında olsak da Polonya insanı kapalı havalara alıştırıyor. Elimizde haritamız, mutlu mesut yollara düştük. Evlerin güzelliği beni adeta büyüledi. Sağda solda her yerde güzel evler. Oyuncak gibi. Dükkanlar ayrı güzel. Kasap dükkanı bile o kadar estetikti ki… Resimdeki pastaneden kahvaltı için çörek aldık.
Fotoğraf çeke çeke şehir merkezine ulaştık. Hava güzeldi, çiçekler, evler, insanlar… Küçük bir Avrupa kenti. Herkes güler yüzlü, fotoğraf çekerken az kalsın birine çarpıyordum. Orta yaşlı bir bayandı. “Pofff” diyerek beni korkuttu sonra eşiyle birlikte gülümsediler. “Poff” Belçikalılar’ın şakadan korkutmak için kullandıkları bir ünlemmiş anladım J
Dükkanların güzelliğinden söz etmişken çikolata dükkanlarından bahsetmemek olmaz.Aklınıza gelecek her şekilde çikolata var neredeyse… Bu konuda çok ciddiyim, görünce “Yok artık!” dediğim şeyler oldu…
Belçika’nın birası, çikolatası ve bir de patatesi ünlü. Sadece patates kızartması satan o kadar dükkan var ki.
Brugge küçük bir yer olduğu için yürüyerek pek çok yeri gezebildik. Holly Blood kilisesi kapalıydı. Michelango’nun Madonna heykelini gördük. Bira turuna yetişemedik. Ama yorgunluğumuzu da Belçika birasıyla bizzat giderdik.
Yolda akşam yemeği için ne yiyeceğimizi düşünürken elinde dürümle yürüyen birini gördük. Etrafta kebapçı aramaya başladık ve tabi ki bulduk. Belçika’da çok Türk olduğunu duymuştum ama Brugge’da pek yoktu derken bulduk işte… Dürümümüzü yedik, biraz sohbet ettik ve hostelimize doğru yola koyulduk.

 

30 Mayıs 2010 Pazar

Barcelona

Barcelona, Barcelonaaa :) Şu ana kadar en çok sevdiğim şehir. Hatta "I love Barcelona" tshirtüm bile var. Barcelona'yı sevdim çünkü eğlence, deniz, paella, sıcak, akdeniz, kalabalık ve gürültülü... İstanbul'la aynı enlemde yer alması bile sevmek için bir neden diye düşünüyorum.

La Rampla, Barcelona'nın ünlü caddesi... Oldukça turistik. Bir buzdolabı süsü 3.5 euro mesela. Cadde üzerinde pek çok restaurant var. Biz de bunlardan birinde yerimizi alıp deniz ürünlü bir paella denedik, sangria içtik ve birkaç tapas yedik. Tapas, küçük kaplar içinde sunulan meze. Ben 3 çeşit tapas denedim.


Sangriayı devasal bir bardaktan içtik. Pipette, bardakta devasaldı. İçinde 1 litre sangria olduğunu düşünüyorum. Meyveli, tatlı bir şarap kokteyli. Resimde gördüğünüz gibi bir bardak sangriayı devirmiş mutlu bennnn :)

Paella, çok lezzettliydi. Bu arada bunu da belirteyim paella, -paeyya- diye okunuyor. Rehberimizin bize anlattığını size aktarıyorum.
Çok çok eski bir zamanda genç bir adam nişanlısını yemeğe davet etmiş. Evde ikram edeceği pek bir şey yokmuş. O da mutfaktaki mevcut şeyleri almış karıştırmış ortaya paella çıktmış.  Paella da  'por ella'  dan geliyormuş. 'por ella' İspanyolca'da 'onun için' (for her) anlamına geliyormuş. Kısacası ilk paella genç bir adam tarafından nişanlısına yapılmış. 



23 Mayıs 2010 Pazar

Varşova'da Sel

Polonya'nın güneyi dağlık bir bölge. Bu dağlarda hala bulunan kar, dağların eteklerindeki nemli topraklar, yoğun yağmur suyunu tutmaya elverişli olmadığı için nehirler normal su miktarının çok üstünde su taşımak zorunda kaldı. Bu da sele neden oldu.
Polonya'daki nehirler, Baltık Denizi'ne akıyor. Güneyden gelen nehirler bu yoğun su miktarıyla birlikte denize doğru ilerliyor. Varşova da ülkenin en büyük nehirine ev sahipliği yapan şehirlerden biri. Yanda gördüğünüz resim su seviyesinin ne kadar da yükseldiğinin kanıtı köprünün ayakları neredeyse görülmez olmuş. Bu resim 22 Mayıs tarihinde çekildi. Su seviyesinin 23 Mayıs'a kadar yükselmesi bekleniyordu. 


Erasmus güzel şey :)

Erasmus gerçekten güzel şey. Ve bu aralar tam da tadına varmaya başladım. Türkiye'ye dönmemize 40 gün kaldı. Evet, özledim hem de çok. Ama buranın da tadı başka yani. Her zaman dediğim gibi hayat çok kolay. Ne anlamda? Bir kere ulaşım, otobüs duraklarında otobüsün hangi saatte geleceği belli. Otobüs her zaman tam da saatinde durakta oluyor. Polonyalılara göre Varşova'da trafik var. İstanbul'dan sonra burada trafiğin t'sinden bile söz edilemez. Her yer birbirine yakın. Dışarıda bir işiniz olduğunda tüm gününüzü harcamıyorsunuz.
Bir diğer güzel şey de güven duygusu. Çantanız, cüzdanınız için endişelenmeden yürüyebilirsiniz. Gecenin bir yarısında sokakta tek başınıza yürüyebilirsiniz. Bugün arkadaşlarla bu konuda konuşuyorduk. Portekizli bir arkadaş, Portekiz'de bunun imkansız olduğunu söyledi, biz de Türkiye'de de bunun imkansız olduğunu belirttik.
Diğer yandan da burada pek çok farklı kültür tanıma fırsatı buldum. Her dilde şerefe demeyi öğrendim mesela :)  Fransızların İngilizce bilmelerine rağmen konuşmamaları gibi şehir efsanelerinin gerçekliğine tanık oldum. 

Dün gece İspanyol arkadaşlarımız bizi İspanyol akşam yemeğine çağırdılar. İspanyol omleti başta olmak üzere Catalanlara özel domates sulu, zeytinyağlı bir ekmek yedik. İspanyol omleti bildiğimiz yumurtalı omlet. Pişirme şekli daha estetik.

Bugün de hep beraber UNO oynadık. Bizdeki pis yediliye çok benziyor. Buradaki favori oyunum UNO. Daha sonra pizza çağırdık. Son Lehçe dersinde telefonla pizza şipariş etmeyi öğrenmiştik. Biraz pratik yapalım dedik ama telefonda İngilizce konuştuk. 

Gecenin en eğlenceli kısmı İsmail YK'nın facebook şarkısını dinletmemizdi. Şarkıyı İngilizce'ye çevirip açıkladık. Herkesin çok hoşuna gitti. Portekizli arkadaşımız facebook'unda paylaştı bile...

Erasmus, erasmus gerçekten güzel...



20 Mayıs 2010 Perşembe

Kelimelerin Cinsiyeti

Lehçe,  Polonya'nın resmi dilidir ve 38 milyonu Polonya'da olmak üzere dünyada toplam 50 milyon kişi tarafından konuşulduğu tahmin edilir. Hint-Avrupa dilleri ailesinin Slav dilleri öbeğine bağlı bir dildir.
Lehçe'deki tüm kelimeler, eril, dişil ya da nötr'dür. Kelimenin cinsiyeti, kelimenin anlamıyla bağlantılı değildir. Kelimenin cinsiyeti, genellikle kelimenin son harfine bakılarak söylenebilir:
Kelimenin sonu sessiz bir harfle bitiyorsa, örneğin hotel, dom bunlar eril kelimelerdir.
Kelimenin sonu -a ya da -i ile bitiyorsa bu kelimeler genellikle dişildir. Örneğin lampa, pani...
Kelimenin sonu -o, -e, -ę ile bitiyorsa bu kelimeler nötrdür. Örneğin okno, morze...
Bazı kelimeler son harfleri -a olmasına  rağmen eril kelimelerdir: kolega, poeta, dentysta... Sessiz harfle biten noc, sól gibi bazı kelimelerde dişil karakter taşımaktadır.

18 Mayıs 2010 Salı

Krakow

Sabah 5.30, tren istasyonuna gitmek üzere durakta otobüs bekliyoruz. Hava aydınlık ve soğuk. Mayıs ayındayız, montumuz, kazağımız, botumuz her şeyimiz tamam. Mayısın ortasındayız. İzmir'de denize girdiğimiz mayıs ayı, Polonya'da kışa mahkum. Bu mahkumiyetten sıkıldık artık. Krakow'a doğru trenle yola çıkacağız. Krakow, Varşova'dan daha güzel diyen çoğunluğa uyup düştük yola. Yolculuk iki buçuk saat sürdü. En ucuz bileti almamıza rağmen saatin erken olması ve günlerden cuma olması oturacak yer bulmamızı sağladı. Uykuya daldık.
Krakow tren istasyonunda bizi karşılayan soğuktu ve yağmur. İstasyonda information aradık ama bulamadık, istasyonun hemen yanında alışveriş merkezi var. Sıcak bir mekan, bedava tuvalet. Bu tanım aynı zamanda Mc Donald'sa da uyuyor... Ama şunu belirtmeliyim ki, Avrupa'da tuvaleti paralı olan Mc Donald's da gördüm alışveriş merkezi de :) 
Krakow gezimize 3 kişi başladık, ben, Türk arkadaşım ve de Andoralı arkadaşımız. Ödünç Krakow haritamızla hostelimize doğru düştük yollara. Yolda aynı Türkiye'deki gibi simit satan insanlara rastladık. Hemen alıp tadına baktık tabi... Hiçbir şey çıtır simitin yerini tutamaz ama bu da oldukça lezzettliydi. 
Hostelimizi bulduktan sonra eşyalarımızı bırakıp yollara düştük. Havanın yağmurluydu. İlk önce Old Town'a gittik.
Krakow'un Old Town'ı, Avrupa'daki en büyük meydan ünvanına sahip. Ortasında Krakow'un ilk alışveriş merkezi niteliğini taşıyan kapalı bir pazar bulunuyor. Yenileme çalışmaları dolayısıyla ilk başta biz de yapıyı fark edemedik. Festival dolayısıyla etrafında birçok stand vardı. St. Maria Kilisesi, Old Town'da tüm gösterişiyle yer alıyor. Yapılması 14. yüzyılda tamamlanan bu kilise için anlatılan efsanelerden biri de kiliseyi yapan iki kardeş hakkında. Bu kardeşlerden büyük olanı çok kıskançmış ve kardeşinin yaptığı işi kıskanıp kardeşini öldürmüş. Sonra yaptığına çok pişman olmuş ve kendini öldürmüş. Kulelerden kısa olanın küçük kardeşin yaptığı kule olduğu söyleniyor.
Her saat başı   "Hejnal Mariacki" adı verilen bir melodi çalınıyor. Borazancı, Tatarların gelişini haber vermek için borazan çalıp halkı uyarırken Tatar bir asker tarafından öldürülüyor. Melodi ansızın kesiliyor.
Old Town'ın meydanı, Avrupa'daki en büyük meydan özelliği taşıyor. Meydanın ortasında küçük bir çarşı yer alıyor. Bu çarşıda başta amber olmak üzere pek çok doğal taştan yapılan takı satılıyor.
Krakow'u gezmek için yaklaşık iki buçuk günümüz vardı. İlk gün ne yapalım derken tuz madenine gitmeye karar verdik.
Tuz madeni, şu ana kadar gördüğüm en ilginç yer diyebilirim. Krakow'a yaklaşık 40 dakika uzaklıkta. İstasyonun karşısındaki alandan minibüsler kalkıyor.
Biz de öğle saatinde tuz madeninin yer aldığı Wieliczka adındaki küçük kasabaya vardık. Madenin içine rehbersiz giremiyorsunuz. Rehberli turlara katılmanız gerekiyor. İngilizce, Almanca ve İspanyolca dil seçenekleri mevcut.
Biz biletimizi alıp sıraya girmiştik ki sıra tam bize geldiğinde gruptaki kişi sayısı 20'yi aştığı için yeni bir grup oluşturacaktık ve  rehberimizi beklemeye başladık.
Uzun bir bekleyişten sonra asker görünümlü rehberimiz geldi. Gezimizin yaklaşık 3 saat süreceğini belirtti. Tuz madeni, oldukça büyüktü ancak küçük bir bölümü ziyarete açıktı.
Binlerce merdiven inip madene girdik.
Madende sanatçıların, maden işçilerinin yaptığı heykeller yer alıyordu. Bazı olaylar betimleniyordu.
Eskiden tuz çok değerliymiş. Bulunması zormuş. Bu maden ilk bulunduğunda ve kazılmaya başlandığında çıkan ilk tuzlar kraliçeye armağan edilmiş.
Maden işçilerinin çalışma şartları çok zor olduğu için işçilerin yerin bu kadar altında sıkıntıya kapılmamaları imkansız. Madenin pek çok yerinde o dönem de yapılmış kiliselere rastlamak mümkün.
Madenin içinde bir de göl yer alıyor.
Ben tuz madenini çok beğendim. Hepinize gidip görmenizi mutlaka öneririm.
  

9 Mayıs 2010 Pazar

Varşova'da Gezilecek Yerler

Polonya Erasmus günlüğü olur da içinde Varşova'da gezilecek yerler olmaz mı? Olur tabi hatta geç bile kaldı. Laf aramızda Varşova'yı gezmek için öyle üç dört gün ayırmaya gerek yok.
 Bale, opera, konser, tiyatro gibi etkinlikler açısından Varşova çok zengin. Bu yıl Polonya'da Chopin yılı olduğu için bir gecenizi  konsere ayırabilirsiniz. Varşovalılar, Chopin'i çok sahiplenmişler. Chopin, 20 yıl Varşova'da yaşamış. İlk konserini Varşova aristokrasisine vermiş. Ölümünden sonra kalbi Varşova'daki Holy Cross kilisesine gömülmüş.
 Fryderyk Chopin müzesinde, Chopin'e ait kişisel eşyaları, yaptığı çalışmalara dair hatıraları görmek mümkün.
Old Town, bence Varşova'daki en güzel yer. State Miastro olarak geçiyor Lehçe'de. Centrum'dan tramvayla gidebilirsiniz. Old Town, Varşova'daki en eski ve en tarihi yer. 13 yüzyılda prensin sarayı olarak kurulmuş. Etrafı surlarla çevrilmiş. Bugün de o sur kalıntılarına rastlamak mümkün. Old Town'da II. Dünya Savaşı sırasında çok zarar görmüş. Polonyalılar, ressamların resimlerinden yararlanarak şehri eskisi gibi yeniden inşa etmişler. Güzel havalarda meydan adeta bir açık hava müzesi gibi. Müzisyenler, ressamlar ortalığı kaplıyor.
Piyanist, filminin Varşova'da çekildiğini belki bilmiyorsunuzdur. Filmin çekildiği bölge Praga. Bu bölgeye de bir göz atabilirsiniz. Ancak Polonyalılar, Praga'ya tek başımıza gitmemiz gerektiği yönünde uyarıyorlar.
Bu bölgede yer alan evler, eski bakımsız. Lehçe dersi hocamız, filmde bu evlerde hiçbir değişikklik yapılmadığını, evlerin dış görünümü için hiçbir dekor kullanılmadığını, sadece dükkan isimlerinin kapatıldığını söylemişti.
Ben de birkaç arkadaşımla Praga'ya gittim. Açıkçası evler, Türkiye'nin yoksul semtlerindeki evlerden pek farklı değildi. Yani Praga'nın bana çok da ilginç geldiğini söyleyemem.

27 Nisan 2010 Salı

Polonya'da Erasmus Yapılır Mı?

Varşova'ya geleli iki ayı geçti. Önümüzde bir bu kadar daha zaman var. Polonya'ya artık iyice alıştım. Hal hatır soracak kadar Lehçe'de öğrendim. Marketten doğru ürünleri de artık deneme-yanılma yöntemine gerek kalmadan alabiliyorum. Havası bir açık bir kapalı olsa da artık garipsemiyorum. Her şeyin tatlı olmasını da olgunlukla kabullendim. Yaşlısı genci herkes şık, insanlar yardımsever. Her şey gözüme daha güzel ve sıcak görünüyor artık. Kısacası buraya alıştım ve çok seviyorum.
Bu yazıyı Polonya'yı seçsem mi seçmesem mi diye düşünen erasmus öğrenci adaylarının kafasındaki soru işaretlerini biraz olsun gidermek amacıyla yazıyorum. Ben de buraya gelmeden önce tedirgindim. Polonya denen bir ülke, dünya gündeminde Türkiye'nin bile çok gerisinde... (ta ki yaşanan acı olaya kadar,  uçak kazası Polonya'yı gündeme taşıdı.) İnsan o kadar erasmusa gidicem bari iyi, bilinen bir ülke olsun diyor. Çünkü er geç birileri diyor ki: "Aaaa İngiltere/Fransa/Almanya tutmadı mı? ". Alternatif cevaplar:
1.  Bizim okulun X ülkesiyle anlaşması yok. 
2.  Eğer X, İngiltere'den farklıysa okulun dili İngilizce değil. Polonya'daki okulda dersler İngilizce. Oraya gitsem bir şey anlamayacağım. Hem hem Polonya'daki okul çok iyi. X ülkesindeki okul o kadar iyi değil.
3.  Polonya maddi açıdan beni zorlamayacak bir ülke. 
Bu alternatif cevaplarla bizi çileden çıkaran soruyu da cevapladıktan sonra sıra bizim Polonya'yı gerçekten sevmemizde. Açıkçası ben buraya gelmeden önce Polonya hakkında pek bir bilgiye sahip değildim. Gerçi buraya gelince de öğrendiğim şeyler Polonyalılar'dan çok Yahudiler ile ilgili oldu o da ayrı konu.
Benim okulum Varşova'da. Polonya'yı ercih ederken de X ülkesindeki küçüçük şehre gideceğime en azından başkentte okurum diyordum. Anladım ki İstanbul'dan sonra insanlar büyük-küçük kavramlarını normal hayata uyum sağlayacak şekilde değiştirmeliler. Varşova'ya gelince ekşi sözlükte de yazdığı gibi 2. Dünya Savaşı'nda %70'i yerle bir edilen yaraları yeniden sarılarak ayağa kaldırılan bu şehir, ilk başta biraz soğuk görünüyordu. Herkes Krakow'un daha güzel olduğunu söylüyordu. Krakow'a henüz gitmedim ama bence Türkiye'nin İstanbul'u neyse Polonya'nın Krakow'u o. Varşova, Ankara gibi bence. 
Polonya'da yaşamak Türkiye'de yaşamaktan çok daha kolay bence. Hele İstanbul'dan sonra, 2 aydır hiç trafikte kalmadım. Otobüste uzun süre beklediysem nedeni de kırmızı ışıktır. Polonyalılar bu kural konusunda çok katı. Türkiye'de yaşansa şehir efsanesi sanacağımız türden bir şey, gece saat 3'de yol boşken otobüs kırmızı ışık yandığında duruyormuş gibi... Otobüs demişken, aralıkları seyrelse de 24 saat otobüs var. İstanbul belediyesinin gecenin bu saatinde ne işiniz var dışarda, ne haliniz varsa görün anlayışı  doğrultusunda -mı bilmiyorum artık- gece 1'den sonra otobüs  yoktur.











26 Nisan 2010 Pazartesi

Prag

Prag, Çekler'in değişiyle Praha, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti ve en kalabalık şehri. Bana göre Prag, garip paralarıyla, sevimli kuklalarıyla, sıcak kanlı insanlarıyla ve Vltava Nehri ile en çok beğediğim şehirlerden biri. Eskiden bir şehrin güzel olması demek benim için denize kıyısı olmasını gerektiriyordu ancak gördüğüm şehirler, içlerindeki nehirlerle şehirler hakkındaki güzellik kavramımı değiştirdi. Avrupa'daki şehirler, güzel parklarıyla, Türkiye'dekilerin yanında oldukça mütevazi kalan havuzlarıyla, içlerinden geçen nehirlerle çok güzeller.Prag da bu güzel Avrupa şehirlerinden biri...
 Prag, yürüyerek her yeri gezebileceğiniz bir şehir. Bisiklet kiralanama imkanı var mı bilmiyorum ama İtalya'daki kadar yaygın olmadığını düşünüyorum. Diğer yandan sokakların dar ve kalabalık oluşu da bisiklete binmeyi imkansız kılıyor gibi...
Prag'daki rakamlarla şaşkınlığa uğramamak kolay değil. 25 Çek kronu, 1 euro ediyor. Bol sıfırlı fiyatlara alışmak biraz zaman alıyor.
Prag'da iki gün üç gece gezme imkanım oldu. Prag, geceleri de güzel ama açıkçası beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Işıklandırma fazla yoktu. Böyle şıkır şıkır bir Prag yoktu malesef.
Prag'da çok Türk turist vardı. Volkan nedeniyle iptal edilen uçuşlar Türklerin Prag seyahatini ister istemez uzatmıştı. 
Prag'da gördüğüm ve beğendiğim yerlerin başında The Charles Bridge geliyor. Köprü,  hediyelik eşya satanlar, ressamlar, karikatür çizenler, fotoğraf çekenler, müzisyenler, turistler ile Prag'ın en kalabalık yerlerinden biri. Köprünün 2 yanında heykellere rastlamak mümkün. 8 numarali John Nepomuk heykeline dokunup dilek tutarsanız dileğinizin gerçek olacağına inanılıyor. Umut dünyası ben de tuttum dileğimi tabi :)
Kafka Müzesi, girişi 3-4 euro olan müze zaten girişiyle dikkattleri çekiyor. Yanda gördüğünüz resim müzenin bahçesinde çekildi.
Prag'da görülmesi gereken yerlerden biri de John Lennon Wall... Adı üstünde sadece bir duvar. Üzerinde resimler, isimler, şekiller yer alıyor.  
Görülmesi gereken yerlerden bir diğeri de Prague Castle. Biz öğrenci olduğumuz için kişi başı yaklaşık 6 euro vererek kalenin üç bölümü için bilet aldık. 
Fotoğraf çekmek isteyenlerin ek bir ücret ödemeleri gerekiyor. Böylelikle verilen bilette fotoğraf makinesi işareti yeşil olarak işaretleniyor. Görevliler bu konuda çok titiz.

4 Nisan 2010 Pazar

Milano

Wizz Air'le yapmış olduğumuz Wrocław-Milan Bergamo uçuşumuz ile akşam on sularında İtalya'ya vardık. Bergamo havalimanı, Milan'a 40 km uzaklıkta. Havalimanında şehir merkezine gidecek otobüs firmalarının gişelerine rastlamak mümkün. 2 bilet alana 3. bilet bedava kampanyasıyla kişi başı 6 euro ödeyerek biletlerimizi aldık. Ve İtalya serüvenimiz başladı.
Şehir merkezine geldiğimizde biraz hayal kırıklığı yaşadık doğrusu. Ortada pek İtalyan yoktu. Zaten genel anlamda Milan'da İtalyan'dan çok Çinli, Afrikalı gördüğüme eminim. Bu görüntüler Milan'ın geceleri pek de tekin bir yer olmadığının bir anlamda göstergesiydi. Bu gece için kalacak bir yer ayarlamamıştık. Geceyi nerede geçireceğimiz konusunda pek bir seçeneğimiz de yoktu. Mc Donalds 1 de kapanıyordu. Tren istasyonu 1'de kapanıp 4'de açılıyordu. Hava da İtalya'dan umulmayacak bir şekilde soğuktu. Biz de biraz da ürkerek şehri keşfe çıktık. Karşımıza Türk Kebabçı çıktı. Öğrenci mantığıyla su şişemizi doldurup selamımızı verip yolumuza devam ettik. Açık bir yerler bulma umuduyla soğuğa karşı yürüdük ama nafile. Her yer kapanıyordu. Moda'nın başkenti Milan'da şık vitrinlere yansıyan yüzümüzden uyku akıyordu.
Yolda bizim gibi Varşova'da Erasmus öğrencisi olan Türklerle karşılaştık. Onlar Roma'dan başlamışlardı son durakları olan Milan'dan Varşova'ya gideceklerdi. Bizim rotamız ise Milan-Venedik-Floransa-Pisa-Roma. Bize hediyelik eşyalarımızı Roma'dan almamızı tavsiye ettiler. Gerçekten de en ucuz hediyelikler Roma'da özellikle de Fontana di Trevi'nin ( Aşk Çeşmesi) etrafındaki dükkanlarda ucuza hediyelikler var.
Tren istasyonu açılıncaya kadar dışarıda kaldık. İstasyonun açılmasına yakın etraf kalabalıklaştı. Ürkütücü insan sayısı arttı. Biz de istasyonda kendimize sandalye kaptık sıcak bir yere girmiş olmanın verdiği rahatlama ve zamanın iyice ilerlemesiyle uykumuz gelmişti. Ama ortam bizi temkinli olmaya zorluyordu. Saat 7 sularında istasyondan çıktık bir telefon kartı alıp elimizde numarası olan hostelleri aramaya başladık.
Kalacağımız hosteli de ayarladıktan sonra gezimize başladık. Milan'da gezilip görülecek başlıca yerler :

  • S. Maria delle Grazie Kilisesi
  • Duomo Katedrali 
  • Scala Tiyatrosu
  • Ünlü markaların yer aldığı lüks cadde "Via Montenapoleone" 

Leonardo Da Vinci, Son Yemek Sahnesi'ni S. Maria delle Grazie Kilisesi'nin duvarına çizmiş. Kilisenin içinde bu tabloyu aradım sonra dayanamayıp bir görevliye sordum o da tablonun kilisenin dışarısında olduğunu söyledi. Kilisenin dışarısındaki arayışımız da hüsranla sonuçlanınca kilisenin yan tarafında yer alan küçük müzeye yöneldik. O gün için tüm biletler tükenmişti. Eğer müzeyi ziyaret etmek isterseniz önceden rezervasyon yaptırabilirsiniz.  
Yukarıdaki resimde tüm ihtişamıyla yer alan Duomo Katedrali, bulunduğu meydan olan Piazza del Duomo'ya adını vermiştir. Gotik tarzda yapılmıştır. Dünyanın en büyük 4. kilisesidir. Yapımı 1386'da başlamış ve yüz yıllar sürmüştür. Çünkü nasıl tamamlanacağına bir türlü karar verilememiştir. 
Bence Milan'daki en güzel yer bu katedraldi. İhtişamlı duruşu beğenilemeyecek gibi değil zaten. Bizim şansımıza hava yağmurluydu. Katedralin kapısındaki uzun kuyuk neyse ki çabuk ilerledi. Zaten yağmurdan çok bize rahatsızlık veren şemsiye satıcılarıydı. Elinizdeki şemsiyeyi göre göre şemsiye satmaya çalışıyorlar. 
Katedralin içi de dışı gibi görkemliydi. Katedralin üst katına çıkıp şehrin manzarısını görme şansınız da var tabi bir miktar euro karşılığında :)
Katedralin biraz ilerisinde dünyanın ilk alışveriş merkezi olan Galleria Vittorio Emmanuele II yer alıyor. Dudağınızı uçuklatacak fiyatlar, markalar burada yer alıyor. Galerinin ortasında yerde bir boğa figürü yer var. Boğanın cinsel organına tek ayakla basıp dönmenin şans getireceğine inanılıyor. Ben de tabi ki denedim.
Scala Tiyatrosu, galerinin çıkışında sol tarafta yer  alıyor.  Tiyatronun ilerisindeki cadde de dudak uçurtan markaların vitrinlerine rastlamak mümkün. Montenapoleone caddesi için söylenmiş sözlerden biri de paranın mutluluk getirmediğini söyleyen kişi nereden alışveriş edeceğini bilmeyen kişidir.
    Gezi planımızda yer alan yerler böyleydi. Milan için 1 gün yeterli gerçekten ama Como gölüne de gitmeyi düşünüyorsanız 2 gün olabilir. Bana kalırsa sabah erkenden kalkıp Duomo Katedrali'ni görüp Como gölüne gitseniz bile olur. 
    Milan'dan sonraki durağımız Venedik'ti. Tren bileti 17 euro tutuyordu. Yolculuk yaklaşık 4 saat sürüyordu.Yağmuru Milan'da burakarak yolculuğumuza devam ettik.

    29 Mart 2010 Pazartesi

    İsveç, Malmö

    Varşova'ya geldiğim günden beri, uçak bileti araştırmalarına başlamıştım. Erasmus öğrencisi Avrupa'da tozu dumana katmadan yurduna dönemezdi.

    İlk gezime kalabalık bir grupla birlikte İsveç'ten başladım. Malmö'ye uygun fiyata bir uçuş bulduk. Malmö, Danimarka'ya çok yakın bir İsveç kenti.  Stockholm'e gitmektsense Kopenhag'a gitmek daha kolay olduğu için biz de Danimarka'ya doğru yola koyulduk kısa Malmö ziyaretimiz sonrası.

    Malmö, İsveç’in 3. büyük şehri. Tasarımcılarıyla ünlü bir şehir. Vitrinlerdeki çeşitlilik, zenginlik ve zevk Malmö’nün bu yanını hemen fark etmenizi sağlıyor. Ancak 3. büyük kent olması ben de şaşkınlık yarattı. Kış aylarının sakin bir kasabasıydı bence. Yazın kalabalıklaşan, kışın sessiz kalan turistik bir kent olduğunu düşünmüştüm.

    Uçağımız akşamüzeri 5 sularında Malmö’ye indi. Havalimanı, şehrin biraz dışında. Otobüsle merkeze gitme imkanınız var. Otobüs biletini gidiş-dönüş aldık. 3 ay süresince dönüş biletinizi istediğiniz zaman kullanabiliyorsunuz. Otobüs bileti 23 Euro’ydu. Bu kadar pahalı olmasının yanımızda İsveç kronu olmamasından ödemeyi Euro olarak yapmamızdan kaynaklandığı da su götürmez bir gerçek. Havalimanındaki marketten biletimizi aldıktan sonra otobüse bindik. Polonya’dan sonra İsveç adeta yeşil bir cennet.  Yol boyunca pek kiliseye rastlamadık. Bu dikkatimizi çeken ayrıntılardan biriydi. Polonya’da yolunuzun üstünde mutlaka bir kilise görürsünüz. Merkezde inince paramızı Forex’te çevirdikten sonra her yerde en ucuz yemek garantisi sunan bir Çin Lokantası’nda soluğu aldık.

    Hostelimiz oldukça güzeldi. Mobilyaların İkea olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım.  

    Hayatımda gördüğüm en güzel hosteldi. Hostelden International Hostelling kartı aldık. Bu kart International Hostelling’e üye olan hostellerde indirimli kalmanızı sağlıyor. Hostel görevlisi çok iyi İngilizce konuşuyordu. Zaten İsveç’te çiçekçisinden otobüs şoförüne kadar herkesin çok iyi İngilizce konuştuğunu gördük.

     İsveç’te musluktan su içilebiliyor. Küçük şişe su 10 İsveç kronu.

    Malmö’de yapılacak pek bir şey yoktu. Şehre akşam varmıştık. Biraz dolaştık. Restaurantlar, cafeler oldukça renkliydi. Resimdeki espresso evi bile, basit bir cafe olmaktan uzak adeta bir bar görünümüne sahip. Sahile gidip Danimarka’yı seyrettik.

    Ertesi sabah, şık vitrinleri, cafeleri ve insanlarıyla güzel bu İsveç kentinden ayrılıp Danimarka’ya doğru yolculuğa çıktık. İsveç’i ve Danimarka’yı birbirine bağlayan köprü üzerinden  Malmö ve Kopenhag arasında 20 dakikada bir düzenlenen tren seferleri var. Yolculuk 35 dakika sürüyor. Bu kısa yolculuktan sonra yağmurlu bir cumartesi sabahı Kopenhag’a vardık.