8 Haziran 2010 Salı

Brug, Brüksel, Belçikaaa


Brüksel, Avrupa Birliği’nin başkenti. Biz de ucuz bilet bulunca Brüksel’i keşfetmeye karar verdik. 2 günlük gezimizin bir gününü Brugge’a bir gününü de Brüksel’e ayırdık.
Rynair'den aldığımız Krakow-Brüksel Charlie uçağımız saat 20.10’da kalktı. Yolculuk bir saat 20 dakika sürüyor. O gece için havalimanında sabahlamayı düşünüyorduk. Uçaktan indiğimizde havanın aydınlık olması beni çok şaşırttı. Tamam batıya geldik ama saat gecenin 10’u ve her yer aydınlık. İnsan ister istemez garipsiyor. Havalimanında sabahlama fikri pek de cazip gelmedi. Brugge’da ertesi gün kalacağımız hosteli aradım boş yer olup olmadığını sordum. Onay alınca da havalimanından Brüksel’e giden otobüse bindik. Otobüs biletini gidiş-dönüş aldık ve 22 euro ödedik. Avrupa’daki küçük havalimanı mantığı, şehirden 100 km öteye bir havalimanı yap, özel otobüs koy, insanlar, uçak biletinden daha çok para ödeyerek binmek zorunda kalsın. Aynı şey Barcelona Girona havalimanında da olmuştu. Uçak biletinden pahalı otobüs bileti alıp şehir merkezine gitmiştik. Polonya’da böyle değil mesela, havalimanına her zaman normal (makul fiyatlı) otobüs, tren var.
Brugge gitmenin tek yolu Brussel Midi istasyonunda inip trene binmekti. Biz de trene binip Brugge doğru yola koyulduk. Tren herhalde hayatımda bindiğim en güzel trendi. Brüksel’de gerçekten Avrupa bu diyorsunuz. İnsanlar çok şık ve kibar. En önemlisi İngilizce biliyorlar ve bu Polonya’dan sonra bizim için adeta bir nimet.
Tren yolculuğumuz yaklaşık bir saat yirmi dakika sürdü. Brugge’a indiğimizde ortalık çok sessizdi. Kitap okuyan taksi şoförlerine yolu sorduk.  
Hostel görevlisi telefonda kapıyı açmamız için şifreyi söyleyip oda numarasını vermişti.  Ortalıkta kimse yoktu, içeri girdik ve kendi evimizmiş gibi odamıza girip uyuduk.
Sabah uyandığımda her yer günlük güneşlikti. Her ne kadar haziran ayında olsak da Polonya insanı kapalı havalara alıştırıyor. Elimizde haritamız, mutlu mesut yollara düştük. Evlerin güzelliği beni adeta büyüledi. Sağda solda her yerde güzel evler. Oyuncak gibi. Dükkanlar ayrı güzel. Kasap dükkanı bile o kadar estetikti ki… Resimdeki pastaneden kahvaltı için çörek aldık.
Fotoğraf çeke çeke şehir merkezine ulaştık. Hava güzeldi, çiçekler, evler, insanlar… Küçük bir Avrupa kenti. Herkes güler yüzlü, fotoğraf çekerken az kalsın birine çarpıyordum. Orta yaşlı bir bayandı. “Pofff” diyerek beni korkuttu sonra eşiyle birlikte gülümsediler. “Poff” Belçikalılar’ın şakadan korkutmak için kullandıkları bir ünlemmiş anladım J
Dükkanların güzelliğinden söz etmişken çikolata dükkanlarından bahsetmemek olmaz.Aklınıza gelecek her şekilde çikolata var neredeyse… Bu konuda çok ciddiyim, görünce “Yok artık!” dediğim şeyler oldu…
Belçika’nın birası, çikolatası ve bir de patatesi ünlü. Sadece patates kızartması satan o kadar dükkan var ki.
Brugge küçük bir yer olduğu için yürüyerek pek çok yeri gezebildik. Holly Blood kilisesi kapalıydı. Michelango’nun Madonna heykelini gördük. Bira turuna yetişemedik. Ama yorgunluğumuzu da Belçika birasıyla bizzat giderdik.
Yolda akşam yemeği için ne yiyeceğimizi düşünürken elinde dürümle yürüyen birini gördük. Etrafta kebapçı aramaya başladık ve tabi ki bulduk. Belçika’da çok Türk olduğunu duymuştum ama Brugge’da pek yoktu derken bulduk işte… Dürümümüzü yedik, biraz sohbet ettik ve hostelimize doğru yola koyulduk.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder