16 Aralık 2017 Cumartesi

Balat, İstanbul

Balat, son zamanların en popüler mekanı. Ne zamandır gitmeyi planlıyordum ki sonunda bugün gidebildim. Kardelen daha önce birkaç kez gitmişti. Hava da güzel olunca Balat'a gidelim dedik. Balat'a ulaşım da oldukça kolay. Hacıosman-Yenikapı metro hattının Haliç durağında indik. Metro istasyonunun bitimindeki otobüs durağından da Balat'tan geçen bir otobüse bindik. Kardelen daha önce geldiğinde Ayakapı otobüs durağında inmiş, biz de öyle yaptık. Ama bence Ayakapı'dan sonraki durakta da inilebilir. Araştırmadım ama o durağın Balat'a daha yakın olma ihtimali var bence. Ayakapı'da indikten sonra biraz yürüyüp Balat'ın ara sokaklarına ulaştık. Bir yanda yıkık dökük cumbalı evler, bir yanda restore edilmiş birbirinden canlı renklere boyanmış gösterişli evler... Altlarında cafeler, esnaf lokantaları, bakkallar, berberler... Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu'na doğru çıktıkça ipin üstünde çamaşırlar, kapı önünde oturan kadınlar, gelen geçeni seyreden hacı amcalar karşılıyor sizi. Öyle sahil kasabalarındaki gibi ellerini avuşturan turist yolu gözleyip her şeyi üç-beş katı fiyat biçen şark kurnazı tipli amcalar, teyzeler yok. Buradan mekanların fiyatları çok uygun gibi bir şey de anlaşılmasın. Yanlış hatırlamıyorsam oturduğumuz kafede, çay 3 TL'ydi, beyaz çikolatalı brownie'ye 12 TL, americanoya da 8 TL verdik. Yani bana, bu mekanlar gibi sahipleri de Balat'a ait olmayan bir yerlerden gelmiş gibi geldi. Sanki daha çok şöyle olmuş, "Balat, yeni trend mekan olacak, bizde orada bir kafe açalım" demişler ve üçüncü dalga kahvecilik akımlarını, sebzeli kişlerini ve beyaz çikolatalı brownielerini de alıp gelmişler.  
Balat, bir yandan dönüşümün sinyallerini veriyor. Bir yandan da tüpçü ile hipster bir kafenin yan yana olduğu bir yer, çoktan dönüşmüş diye düşünüyorsunuz. Ama görünen o ki daha da dönüşecek. Şu anki ziyaretçi akını bu dönüşümü zorunlu kılıyor. Birbirinden renkli evlerin önünde fotoğraf çekilmek için sıraya girenler Balat'ın turizme açıldığının simgesi. Ama arka sokaklar hala Balat'ın eski sakinlerine ait. Sanki semtin bu bölümü çamaşır ipleriyle korunuyor. Üstünde okul kıyafetlerinin, bir işçiye ait olduğu belli boyalı gömleklerin, atletlerin, çarşafların asılı olduğu ipler bu bölgeyi göğüslerini gere gere koruyor arka sokakları. Turistler de temkinli yürüyorlar bu sokaklardan. Gözler etrafı kolaçan ediyor, ileride küçük bir kalabalık mı var, hemen oraya yöneliyor herkes. Demek ki güzel bir kare yakalıyor birileri dercesine hep bir arayış halindeler. Nerede güzel bir kapı, nerede güzel bir cumbalı ev işte orada fotoğraf sevdalılarından oluşan gruplar bulunuyor. 

Kabalığın çoğuna Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu'nun kapısında rastladık. İnsansız bir kare çekmek çok zordu. Ben ancak bu kadarını yakalayabildim. 

Bu resmi de Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu'ndan dönerken yokuş bitiminde çektim. Kız çocuklarından biri yerde oturuyordu. Biri de duvara oturmuştu. Ne güzel bir kare diye düşündüm. Sonra fotoğraflarını çektim telaşla, kaçırmamak için. Ama duvarda oturan kızın bakışı dikkatimi çekti. Sağına doğru bakıyordu, izin ister gibi. Oldu mu dercesine. Bir de baktım, genç bir kadın fotoğraflarını çekiyor, elinde profesyonel kamera. Bu da mı kurgu, dedim kendi kendime. Çektiğim fotoğrafı silsem mi bilemedim, silmedim.


Birkaç saatlik Balat gezisinden kalan fotoğraflarımızı da paylaşayım. Balat benim için evime yakın olması itibariyle güzel bir keşif oldu ama geç bir keşif oldu. Çünkü iki adımda bir karşınıza çıkan emlak dükkanlarının da gözümüze soka soka bağırdığı gibi çoktan ranta açılmış bir yer. Karaköy ve Kadıköy'den sonra sıra Balat'a gelmiş. Balat'tın eski sakinleriyle yeni sakinlerinin birlikte yaşaması biraz daha Yeldeğirmeni'ni hatırlattı bana. Ama farklı olarak Balat'ın eski sakinleri ve yeni sakinleri arasındaki uçurum çok büyük. Hem yaşam tarzı, gelir düzeyi ve eğitim seviyesi olarak böyle olduğunu gözlemledim. Çünkü Balat aynı zamanda şehrin çeperinde bir yer. Ötekilerin yeri yurdu olmuş bir yer. Belki de bu yüzden, yani bu uçurumu gördüğümüz için Balat'ın bu dönüşümü, kaçınılmaz sonu beni daha çok rahatsız etti. 



8 Kasım 2017 Çarşamba

Bali

Bali... Daha iyisini görene kadar gezdiğim en güzel yer kesinlikle Bali. Her açıdan unutulmaz bir tatildi. Yeşil bir cennet adeta. Hem doğayla iç içe hem de konforlu bir tatil yapma imkanı bulabiliyorsunuz Bali'de. Biz Bali'ye balayı için gitmiştik. Dolayısıyla kaldığımız oteller, normalde  kaldığımız otellerden kat be kat daha lükstü 😅 Konfor vurgusu bu açıdan fazla kaçmış olabilir.
Bali yolculuğumuz 18 Eylül öğle saatlerinde başladı. Uçuşumuz Singapore Airlines ileydi. İlk durağımız Singapur'du. Singapur'da uzun bir aktarma süremiz vardı. Oradan Denpasar havalimanına geçecektik. Singapur deneyimi ayrı bir post yazmayı gerektiriyor. Çünkü sürprizlerle dolu Bali tatilimiz beklenmendik bir şekilde erken sonlandı ve canım Singapur Havalimanı'nda uzun bir süre daha geçirmek durumunda kaldık.
Singapur'a vardığımızda sabaha karşıydı. Yaklaşık 19 saat Singapur Havalimanı'nda kaldıktan sonra bizi Denpasar'a götürecek uçağa geçtik. Kısa bir uçuştu. Denpasar'a vardığımızda 19 Eylül'dü ve akşam olmuştu.  Havalimanı Singapur Havalimanı'ndan sonra daha renksiz gelmişti bana. Pasaport kontrolü hızlı ilerlemişti. Tayland'ta olduğu gibi Türk vatandaşlarına 30 günlük vize veriliyor. Hiçbir ücret ödemiyorsunuz. Hatta bu tüm dünya vatandaşları için bu şekilde. Çünkü Mümin, Tayland'a girerken vize alabilmek için form doldurmuştu, ücret ödemişti. Bali'de elimizi kolumuzu sallayarak pasaport kontrolden geçtik. Oradan çıkınca valizlerimizi aldık. Valizleri beklerken heyecan dolu dakikalar yaşadık çünkü valizler bir türlü çıkmadı. Bir de havalimanı genel olarak çok profesyonel bir görüntüye sahip olmadığı için insan valizin akıbeti konusunda ayrı bir tedirgin oluyor. Neyse ki uzun bir bekleyişten sonra valizimize kavuştuk. Havalimanından çıkar çıkmaz acayip bir nem sizi bekliyor. Bunalıyorsunuz adeta.  Bizim Bali'deki ilk durağımız Kuta'ydı. Kuta'da en yüksek puan alan otellerden biri olan Poppies'de kaldık. Otel ücretsiz havalimanı servisi sundu. Elinde ismimizin yazdığı küçük bir kağıtla bizi bekliyordu şoförümüz. Bize Bali ve Bali toplumu hakkında bilgiler verdi. Daha çok Hinduizm çerçevesinde döndü sohbet. Onun dışında aklımda kalan şoförün "Domuz eti dünyanın en lezzetli eti, domuz yenmez mi ya!" diye güldüğü. Çünkü Endonezya nüfusunun büyük ölçüde Müslüman olduğunu biliyorduk. Restaurantların camekanlarında domuz çevirme görünce şaşırıp sormuştum. Şoförümüzde bu tepkiyi vermişti. Sonra öğrendik ki Bali, Endonezya'nın Müslüman çoğunluğa sahip olmayan tek adası. Hatta dini gruplara göre sırasıyla en büyük çoğunluğu Hindular, sonra Budistler ve sonra da Müslümanlar oluşturuyormuş. 
Havalimanında para bozdurmamıştık. Bahşiş olarak ne kadar vereceğimizi düşündük yol boyunca. Havalimanından çıkarken şoför turnikeden geçerken ödeme yaptı. Oradan hesaplamaya çalıştık falan ama yol yorgunluğu, usul nedir, kaç rupi bırakmak gerekir iyice karıştı. Zaten yanımızda bozuk dolar da yoktu. En makul bulabildiğimiz 5 euro'yu verdik. Şoför pek mutlu olmadı açıkçası. Ama sonra anladım ki 5 euro oldukça iyi bir bahşişti. Neredeyse diğer otellerin istediği havalimanı transfer ücretinden fazlaydı.
Poppies ismini mutlaka duyarsınız hem oteli çok ünlü hem de restorantı ünlü. İlk akşam yemeğini Poppies'de yedik. Oldukça lezzetliydi. Restoranda kredi kartı kullandık. Zaten dolar bozdurmamız birkaç gün aldı. Mümin, resepsiyon görevlisine dolar bozdurabileceğimiz bir yer var mı diye sormuştu. Resepsiyonist de anlatmıştı ve bizi daha uygun görünen rate'li yerler konusunda uyarmıştı.