27 Nisan 2010 Salı

Polonya'da Erasmus Yapılır Mı?

Varşova'ya geleli iki ayı geçti. Önümüzde bir bu kadar daha zaman var. Polonya'ya artık iyice alıştım. Hal hatır soracak kadar Lehçe'de öğrendim. Marketten doğru ürünleri de artık deneme-yanılma yöntemine gerek kalmadan alabiliyorum. Havası bir açık bir kapalı olsa da artık garipsemiyorum. Her şeyin tatlı olmasını da olgunlukla kabullendim. Yaşlısı genci herkes şık, insanlar yardımsever. Her şey gözüme daha güzel ve sıcak görünüyor artık. Kısacası buraya alıştım ve çok seviyorum.
Bu yazıyı Polonya'yı seçsem mi seçmesem mi diye düşünen erasmus öğrenci adaylarının kafasındaki soru işaretlerini biraz olsun gidermek amacıyla yazıyorum. Ben de buraya gelmeden önce tedirgindim. Polonya denen bir ülke, dünya gündeminde Türkiye'nin bile çok gerisinde... (ta ki yaşanan acı olaya kadar,  uçak kazası Polonya'yı gündeme taşıdı.) İnsan o kadar erasmusa gidicem bari iyi, bilinen bir ülke olsun diyor. Çünkü er geç birileri diyor ki: "Aaaa İngiltere/Fransa/Almanya tutmadı mı? ". Alternatif cevaplar:
1.  Bizim okulun X ülkesiyle anlaşması yok. 
2.  Eğer X, İngiltere'den farklıysa okulun dili İngilizce değil. Polonya'daki okulda dersler İngilizce. Oraya gitsem bir şey anlamayacağım. Hem hem Polonya'daki okul çok iyi. X ülkesindeki okul o kadar iyi değil.
3.  Polonya maddi açıdan beni zorlamayacak bir ülke. 
Bu alternatif cevaplarla bizi çileden çıkaran soruyu da cevapladıktan sonra sıra bizim Polonya'yı gerçekten sevmemizde. Açıkçası ben buraya gelmeden önce Polonya hakkında pek bir bilgiye sahip değildim. Gerçi buraya gelince de öğrendiğim şeyler Polonyalılar'dan çok Yahudiler ile ilgili oldu o da ayrı konu.
Benim okulum Varşova'da. Polonya'yı ercih ederken de X ülkesindeki küçüçük şehre gideceğime en azından başkentte okurum diyordum. Anladım ki İstanbul'dan sonra insanlar büyük-küçük kavramlarını normal hayata uyum sağlayacak şekilde değiştirmeliler. Varşova'ya gelince ekşi sözlükte de yazdığı gibi 2. Dünya Savaşı'nda %70'i yerle bir edilen yaraları yeniden sarılarak ayağa kaldırılan bu şehir, ilk başta biraz soğuk görünüyordu. Herkes Krakow'un daha güzel olduğunu söylüyordu. Krakow'a henüz gitmedim ama bence Türkiye'nin İstanbul'u neyse Polonya'nın Krakow'u o. Varşova, Ankara gibi bence. 
Polonya'da yaşamak Türkiye'de yaşamaktan çok daha kolay bence. Hele İstanbul'dan sonra, 2 aydır hiç trafikte kalmadım. Otobüste uzun süre beklediysem nedeni de kırmızı ışıktır. Polonyalılar bu kural konusunda çok katı. Türkiye'de yaşansa şehir efsanesi sanacağımız türden bir şey, gece saat 3'de yol boşken otobüs kırmızı ışık yandığında duruyormuş gibi... Otobüs demişken, aralıkları seyrelse de 24 saat otobüs var. İstanbul belediyesinin gecenin bu saatinde ne işiniz var dışarda, ne haliniz varsa görün anlayışı  doğrultusunda -mı bilmiyorum artık- gece 1'den sonra otobüs  yoktur.











26 Nisan 2010 Pazartesi

Prag

Prag, Çekler'in değişiyle Praha, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti ve en kalabalık şehri. Bana göre Prag, garip paralarıyla, sevimli kuklalarıyla, sıcak kanlı insanlarıyla ve Vltava Nehri ile en çok beğediğim şehirlerden biri. Eskiden bir şehrin güzel olması demek benim için denize kıyısı olmasını gerektiriyordu ancak gördüğüm şehirler, içlerindeki nehirlerle şehirler hakkındaki güzellik kavramımı değiştirdi. Avrupa'daki şehirler, güzel parklarıyla, Türkiye'dekilerin yanında oldukça mütevazi kalan havuzlarıyla, içlerinden geçen nehirlerle çok güzeller.Prag da bu güzel Avrupa şehirlerinden biri...
 Prag, yürüyerek her yeri gezebileceğiniz bir şehir. Bisiklet kiralanama imkanı var mı bilmiyorum ama İtalya'daki kadar yaygın olmadığını düşünüyorum. Diğer yandan sokakların dar ve kalabalık oluşu da bisiklete binmeyi imkansız kılıyor gibi...
Prag'daki rakamlarla şaşkınlığa uğramamak kolay değil. 25 Çek kronu, 1 euro ediyor. Bol sıfırlı fiyatlara alışmak biraz zaman alıyor.
Prag'da iki gün üç gece gezme imkanım oldu. Prag, geceleri de güzel ama açıkçası beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Işıklandırma fazla yoktu. Böyle şıkır şıkır bir Prag yoktu malesef.
Prag'da çok Türk turist vardı. Volkan nedeniyle iptal edilen uçuşlar Türklerin Prag seyahatini ister istemez uzatmıştı. 
Prag'da gördüğüm ve beğendiğim yerlerin başında The Charles Bridge geliyor. Köprü,  hediyelik eşya satanlar, ressamlar, karikatür çizenler, fotoğraf çekenler, müzisyenler, turistler ile Prag'ın en kalabalık yerlerinden biri. Köprünün 2 yanında heykellere rastlamak mümkün. 8 numarali John Nepomuk heykeline dokunup dilek tutarsanız dileğinizin gerçek olacağına inanılıyor. Umut dünyası ben de tuttum dileğimi tabi :)
Kafka Müzesi, girişi 3-4 euro olan müze zaten girişiyle dikkattleri çekiyor. Yanda gördüğünüz resim müzenin bahçesinde çekildi.
Prag'da görülmesi gereken yerlerden biri de John Lennon Wall... Adı üstünde sadece bir duvar. Üzerinde resimler, isimler, şekiller yer alıyor.  
Görülmesi gereken yerlerden bir diğeri de Prague Castle. Biz öğrenci olduğumuz için kişi başı yaklaşık 6 euro vererek kalenin üç bölümü için bilet aldık. 
Fotoğraf çekmek isteyenlerin ek bir ücret ödemeleri gerekiyor. Böylelikle verilen bilette fotoğraf makinesi işareti yeşil olarak işaretleniyor. Görevliler bu konuda çok titiz.

4 Nisan 2010 Pazar

Milano

Wizz Air'le yapmış olduğumuz Wrocław-Milan Bergamo uçuşumuz ile akşam on sularında İtalya'ya vardık. Bergamo havalimanı, Milan'a 40 km uzaklıkta. Havalimanında şehir merkezine gidecek otobüs firmalarının gişelerine rastlamak mümkün. 2 bilet alana 3. bilet bedava kampanyasıyla kişi başı 6 euro ödeyerek biletlerimizi aldık. Ve İtalya serüvenimiz başladı.
Şehir merkezine geldiğimizde biraz hayal kırıklığı yaşadık doğrusu. Ortada pek İtalyan yoktu. Zaten genel anlamda Milan'da İtalyan'dan çok Çinli, Afrikalı gördüğüme eminim. Bu görüntüler Milan'ın geceleri pek de tekin bir yer olmadığının bir anlamda göstergesiydi. Bu gece için kalacak bir yer ayarlamamıştık. Geceyi nerede geçireceğimiz konusunda pek bir seçeneğimiz de yoktu. Mc Donalds 1 de kapanıyordu. Tren istasyonu 1'de kapanıp 4'de açılıyordu. Hava da İtalya'dan umulmayacak bir şekilde soğuktu. Biz de biraz da ürkerek şehri keşfe çıktık. Karşımıza Türk Kebabçı çıktı. Öğrenci mantığıyla su şişemizi doldurup selamımızı verip yolumuza devam ettik. Açık bir yerler bulma umuduyla soğuğa karşı yürüdük ama nafile. Her yer kapanıyordu. Moda'nın başkenti Milan'da şık vitrinlere yansıyan yüzümüzden uyku akıyordu.
Yolda bizim gibi Varşova'da Erasmus öğrencisi olan Türklerle karşılaştık. Onlar Roma'dan başlamışlardı son durakları olan Milan'dan Varşova'ya gideceklerdi. Bizim rotamız ise Milan-Venedik-Floransa-Pisa-Roma. Bize hediyelik eşyalarımızı Roma'dan almamızı tavsiye ettiler. Gerçekten de en ucuz hediyelikler Roma'da özellikle de Fontana di Trevi'nin ( Aşk Çeşmesi) etrafındaki dükkanlarda ucuza hediyelikler var.
Tren istasyonu açılıncaya kadar dışarıda kaldık. İstasyonun açılmasına yakın etraf kalabalıklaştı. Ürkütücü insan sayısı arttı. Biz de istasyonda kendimize sandalye kaptık sıcak bir yere girmiş olmanın verdiği rahatlama ve zamanın iyice ilerlemesiyle uykumuz gelmişti. Ama ortam bizi temkinli olmaya zorluyordu. Saat 7 sularında istasyondan çıktık bir telefon kartı alıp elimizde numarası olan hostelleri aramaya başladık.
Kalacağımız hosteli de ayarladıktan sonra gezimize başladık. Milan'da gezilip görülecek başlıca yerler :

  • S. Maria delle Grazie Kilisesi
  • Duomo Katedrali 
  • Scala Tiyatrosu
  • Ünlü markaların yer aldığı lüks cadde "Via Montenapoleone" 

Leonardo Da Vinci, Son Yemek Sahnesi'ni S. Maria delle Grazie Kilisesi'nin duvarına çizmiş. Kilisenin içinde bu tabloyu aradım sonra dayanamayıp bir görevliye sordum o da tablonun kilisenin dışarısında olduğunu söyledi. Kilisenin dışarısındaki arayışımız da hüsranla sonuçlanınca kilisenin yan tarafında yer alan küçük müzeye yöneldik. O gün için tüm biletler tükenmişti. Eğer müzeyi ziyaret etmek isterseniz önceden rezervasyon yaptırabilirsiniz.  
Yukarıdaki resimde tüm ihtişamıyla yer alan Duomo Katedrali, bulunduğu meydan olan Piazza del Duomo'ya adını vermiştir. Gotik tarzda yapılmıştır. Dünyanın en büyük 4. kilisesidir. Yapımı 1386'da başlamış ve yüz yıllar sürmüştür. Çünkü nasıl tamamlanacağına bir türlü karar verilememiştir. 
Bence Milan'daki en güzel yer bu katedraldi. İhtişamlı duruşu beğenilemeyecek gibi değil zaten. Bizim şansımıza hava yağmurluydu. Katedralin kapısındaki uzun kuyuk neyse ki çabuk ilerledi. Zaten yağmurdan çok bize rahatsızlık veren şemsiye satıcılarıydı. Elinizdeki şemsiyeyi göre göre şemsiye satmaya çalışıyorlar. 
Katedralin içi de dışı gibi görkemliydi. Katedralin üst katına çıkıp şehrin manzarısını görme şansınız da var tabi bir miktar euro karşılığında :)
Katedralin biraz ilerisinde dünyanın ilk alışveriş merkezi olan Galleria Vittorio Emmanuele II yer alıyor. Dudağınızı uçuklatacak fiyatlar, markalar burada yer alıyor. Galerinin ortasında yerde bir boğa figürü yer var. Boğanın cinsel organına tek ayakla basıp dönmenin şans getireceğine inanılıyor. Ben de tabi ki denedim.
Scala Tiyatrosu, galerinin çıkışında sol tarafta yer  alıyor.  Tiyatronun ilerisindeki cadde de dudak uçurtan markaların vitrinlerine rastlamak mümkün. Montenapoleone caddesi için söylenmiş sözlerden biri de paranın mutluluk getirmediğini söyleyen kişi nereden alışveriş edeceğini bilmeyen kişidir.
    Gezi planımızda yer alan yerler böyleydi. Milan için 1 gün yeterli gerçekten ama Como gölüne de gitmeyi düşünüyorsanız 2 gün olabilir. Bana kalırsa sabah erkenden kalkıp Duomo Katedrali'ni görüp Como gölüne gitseniz bile olur. 
    Milan'dan sonraki durağımız Venedik'ti. Tren bileti 17 euro tutuyordu. Yolculuk yaklaşık 4 saat sürüyordu.Yağmuru Milan'da burakarak yolculuğumuza devam ettik.