21 Haziran 2010 Pazartesi

Son 10 Gün

Türkiye'ye dönmeme 10 gün kaldı. Yarın son sınavımı olacağım. Herkes yavaş yavaş ayrılıyor. Benim de yarın son sınavım var. Zaman ne kadar da çabuk geçti. Yurda ilk geldiğim geceyi hatırlıyorum. Tam anlamıyla bir şoktu. Ben hayalimde güzel bir yurt canlandırmıştım oysa karşıma çıkan Türkiye'deki yurdumu aratacak nitelikteydi. Eski yurduma göre temizlik açısından çok geride olduğu su götürmez. Ama bu yurt daha kullanışlı. Mutfak var. Odalar 2 kişilik, herkesin kendine ait masası var. Her odanın eşyası farklı, bazı odalarda çok dolap var örneğin. Bizim oda tam anlamıyla bir şansızlık örneği. Tam karşımızda tuvalet, çaprazımızda mutfak, birkaç oda sonramızda parti odası ve bahçede barbekü yapılan yerin tam karşısı.
Şimdi bunları yazarken gülümsüyorum. Bu dönem çok hızlı geçti. Yorulduk, gezdik, gördük ve biraz daha büyüdük.
Yarınki sınavıma biraz daha çalışayım. Son sınav :) Umarım Bilgisayar Mühendisliğindeki son sınavım olur. Kurtarma sınavına kalmak istemiyorum çünkü.

Not: Gezdiğim yerleri ayrıntılı olarak anlatmak istiyorum ama bir türlü yazamadım. Gezmekten yazmaya fırsat mı kalmıyor ne?!

15 Haziran 2010 Salı

Polonya Hakkında

Bugün erasmus öğrencilerinin katılıp Polonya hakkındaki görüşlerini bildirdiği radyo programına katılacağım. Programda bahsetmemizi istedikleri konulara dair bazı sorular gönderdiler. Ben de bu soruları ve yanıtlarımı burada paylaşmaya karar verdim. Genel anlamda bir Polonya değerlendirmesi ve Türkiye-Polonya karşılaştırması diyebiliriz. Polonya'da erasmus yapmayı düşünenler için yararlı olabileceğini düşünüyorum. Lafı daha fazla uzatmadan sorulara geçelim:)
1) Neden Polonya'yı seçtiniz?
Bu soruya genelde verdiğim yanıt, seçeneklerim arasındaki en iyi seçeneğin Polonya olması nedeniyle buraya gelmiş olmam. Okulun dilinin ingilizce olmasının da etkisi büyük tabi. Diğer bir etken de Polonya'nın ucuz olması. Fiyatlar Türkiye ile hemen hemen aynı. İstanbul'u düşününce Varşova, İstanbul'dan çok daha ucuz. Polonyalılar, Varşova'yu en pahalı şehir olarak görüyorlar. 
2) Polonya ve Türkiye arasında gördüğünüz farklılıklar nelerdir? Örneğin eğitim, kültür konusunda...
Bence bizim derslerimiz daha zor. Biz de dersi geçmek kesinlikle daha zor. Mesela burada take-up exam denilen bir sınav var. Örneğin finale girdiniz ve finaliniz iyi geçmedi. Bir sınav hakkınız daha var. Belki bizdeki bütünlemeye karşılık düşüyor. Sınav programı açıklanırken bir dersin 2 sınavı görünüyor. İlk sınava giremezseniz ikinci sınava girme hakkınız da var.
Türkiye'de laboratuarı olan dersler çok zordu. Hoca laboratuarda soru verirdi, laboratuarlar daha çok sınav niteliğindeydi. Burada hoca laboratuara girmeden önce soruları yayınlıyor. Çalışıp gitme şansınız var. Türkiye'deki sisteme göre öğreticiliğinin daha yüksek olduğu kesin. Diğer yandan bazı derslerin laboratuarına girmeden önce entry test denilen sınava tabi tutuluyorsunuz.
Sınıflar genellikle 20-25 kişilik. Bu da eğitimin daha etkin olmasını sağlıyor. 
Dersler için sık sık ödevler, projeler veriliyor.

Polonyalılar, kuzey insanı, bize göre daha soğuk kanlılar. İnsanlar birbirine daha mesafeli. Ve de burada aşırı içki içiyorlar. Genci, yaşlısı herkes.
3) Polonya'da çok yabancı insan gördünüz mü? Genellikle vaktinizi kimlerle geçiriyorsunuz?
Avrupa'yı gördükten sonra Türkiye'de çok yabancı yaşamadığını anladım. Özellikle büyük şehirlerde çok yabancı var. Çinliler gerçekten her yeri ele geçirmiş durumda. Polonya'da da özellikle okulda çok yabancı öğrenci var. 
Ben genellikle Erasmus öğrencileriyle vakit geçiriyorum. Bizim üniversitenin Erasmus Student Network klübü çok etkin. Geldiğimizden beri pek çok etkinlik düzenlediler. Özellikle ilk iki hafta her gün bir etkinlik her akşam parti vardı. Bu sayede birbirimizi tanıdık. Ayrıca kaldığım yurtta da -Tatrzanska, gelmiş geçmiş en kötü yurt- çok Erasmus öğrencisi var. Yurdun da sosyalleşmemize sağladığı etki göz ardı edilemez :) Özellikle mutfak, tam bir sosyalleşme ortamı. Yemek yaparken, bulaşık yıkarken, yemeği yakarken birileriyle tanışıyor, sohbet ediyorsunuz.
Bence insan hangi ülkede erasmus yapıyorsa o ülkeden pek arkadaşı olmuyor. ESN'den ve sınıftan tanıdıklarım haricinde Polonyalı pek arkadaşım olduğu söylenemez.Bir zamanlar bir mentorum vardı ama :)
4) Varşova'da iyi vakit geçiriyor musunuz?
2. Dünya Savaşı sırasında %70 i yıkılan Varşova, çalışkan Polonyalılar sayesinde eskisi gibi yeniden inşa edilmiş. Komunist dönemden kalma uzun, soğuk binalar, şehrin geçmişi bugüne yansıtıyor. Varşova, sanki hep hüzünlü. Hava günlük güneşlikken bir bakıyorsunuz yağmur yağıyor. Dışarıya şortla çıkıyorsunuz. Ansızın yağmur bastırıyor. Lehçe hocamız, Polonyalıların ilkbaharda dışarı çıkarken yanlarına şemsiye ve kalın bir şey mutlaka aldıklarını söylemişti.
Varşova'da en güzel yer Old Town. Onun dışında eğlenebileceğiniz tek şey partiler bence. Gece hayatını seviyorsanız Varşova'dan daha güzel bir yer olamaz, Özellikle erkekler için çünkü Polonyalı kızlar çok güzel. 
5) Sizce Polonyalılar yabancılara karşı arkadaşça mı davranıyor?
Bence evet. Yardım etmeye çalışıyorlar her zaman. Karşınızda İngilizce bilmeyen birine bir şeyler anlatmaya çalışırken İngilizce bilen bir Polonyalı nazikçe yardım etmeyi teklif ediyor. Sınıfta Polonyalı arkadaşlar, biz varken İngilizce konuşuyorlar. Bence Türkiye'de olsak buna pek dikkat edilmezdi. Türkiye'de Erasmus öğrencileri bugün derse gelmese de Türkçe işlesek diye düşünürdük. 
6) Polonya'ya gelmeden önceki düşüncelerinizle şu anki düşünceleriniz örtüşüyor mu? Polonya hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası buraya gelirken harika bir şehir beklemiyordum. Zaten duyduklarım ve okuduklarım kadarıyla pek umudum yoktu. Ama buraya gelince gördüm ki burası tam bir Avrupa kenti olmasa da Avrupa, hele Türkiye'ye göre kesinlikle bir Avrupa kenti. 
Fiyatların bu kadar uygun olmasını beklemiyordum. Bilseydim valizimi o kadar çok kıyafetle doldurmazdım örneğin :) 
Her şeyi tatlı yediklerini de bilmiyordum.
Buraya gelmeden önce Polonya'nın tarihte hem Rusya'dan hem de Almanya'dan çok çektiğini biliyordum. Ama buraya gelince Ruslardan daha çok nefret ettiklerini öğrendim. 

Bir de Polonya'da, Polonyalılardan çok Yahudiler hakkında bir şeyler öğrendim...

Havasıyla, suyuyla, tatlı yemekleriyle,  lahanasıyla, votkasıyla Polonya'yı sevdim :)

Sonuç olarak Polonya, Erasmus için biçilmiş kaftan :)













10 Haziran 2010 Perşembe

Varşova'da Sıcak Günler

Havalar ısındı. İnsanlar parklarda mayolarını giymiş güneşleniyor. Her yer mis gibi çilek kokuyor. Her köşe başı çilek satan birine rastlayabilirsiniz. İnsanlar daha bir şık artık. Rengarenk elbiseler, -ee zaten Polonyalı kızlar güzel- ortama renk katıyor.
Havalar ısınır ısınmaz herkes terlik giymeye başladı. Okuldaki memurdan tutun da öğrenciye, hizmetliye kadar herkes terlik, açık ayakkabı giyiyor. Bizim Türkiye'de okula terlikle en son ilk okulda sivil kıyafetle gitme döneminde gidiyorduk. İlkokula ait bir şey gibiydi ama burada herkes plaj havasında. Böyle okulun içini kısa şort, terlik modası almış durumda. Okulda bir sürü insanı terlikle görünce terliğin gezmeye, bakkala, çarşıya gidilirken giyilir imajı yüzünden ister istemez garipsiyorum. 
Havaların ısınmasıyla birlikte ortaya çıkan sevimsiz şeyler de sinekler. Burada çok fazla sinek var. Sivri sinekler her yerde. Varşova Belediyesi'nin buna bir çözüm bulması lazım :)
Sıcak havanın bunaltıcılığına rağmen soğuk günler geride kaldığı için şu andan mutluyum. 

8 Haziran 2010 Salı

Brug, Brüksel, Belçikaaa


Brüksel, Avrupa Birliği’nin başkenti. Biz de ucuz bilet bulunca Brüksel’i keşfetmeye karar verdik. 2 günlük gezimizin bir gününü Brugge’a bir gününü de Brüksel’e ayırdık.
Rynair'den aldığımız Krakow-Brüksel Charlie uçağımız saat 20.10’da kalktı. Yolculuk bir saat 20 dakika sürüyor. O gece için havalimanında sabahlamayı düşünüyorduk. Uçaktan indiğimizde havanın aydınlık olması beni çok şaşırttı. Tamam batıya geldik ama saat gecenin 10’u ve her yer aydınlık. İnsan ister istemez garipsiyor. Havalimanında sabahlama fikri pek de cazip gelmedi. Brugge’da ertesi gün kalacağımız hosteli aradım boş yer olup olmadığını sordum. Onay alınca da havalimanından Brüksel’e giden otobüse bindik. Otobüs biletini gidiş-dönüş aldık ve 22 euro ödedik. Avrupa’daki küçük havalimanı mantığı, şehirden 100 km öteye bir havalimanı yap, özel otobüs koy, insanlar, uçak biletinden daha çok para ödeyerek binmek zorunda kalsın. Aynı şey Barcelona Girona havalimanında da olmuştu. Uçak biletinden pahalı otobüs bileti alıp şehir merkezine gitmiştik. Polonya’da böyle değil mesela, havalimanına her zaman normal (makul fiyatlı) otobüs, tren var.
Brugge gitmenin tek yolu Brussel Midi istasyonunda inip trene binmekti. Biz de trene binip Brugge doğru yola koyulduk. Tren herhalde hayatımda bindiğim en güzel trendi. Brüksel’de gerçekten Avrupa bu diyorsunuz. İnsanlar çok şık ve kibar. En önemlisi İngilizce biliyorlar ve bu Polonya’dan sonra bizim için adeta bir nimet.
Tren yolculuğumuz yaklaşık bir saat yirmi dakika sürdü. Brugge’a indiğimizde ortalık çok sessizdi. Kitap okuyan taksi şoförlerine yolu sorduk.  
Hostel görevlisi telefonda kapıyı açmamız için şifreyi söyleyip oda numarasını vermişti.  Ortalıkta kimse yoktu, içeri girdik ve kendi evimizmiş gibi odamıza girip uyuduk.
Sabah uyandığımda her yer günlük güneşlikti. Her ne kadar haziran ayında olsak da Polonya insanı kapalı havalara alıştırıyor. Elimizde haritamız, mutlu mesut yollara düştük. Evlerin güzelliği beni adeta büyüledi. Sağda solda her yerde güzel evler. Oyuncak gibi. Dükkanlar ayrı güzel. Kasap dükkanı bile o kadar estetikti ki… Resimdeki pastaneden kahvaltı için çörek aldık.
Fotoğraf çeke çeke şehir merkezine ulaştık. Hava güzeldi, çiçekler, evler, insanlar… Küçük bir Avrupa kenti. Herkes güler yüzlü, fotoğraf çekerken az kalsın birine çarpıyordum. Orta yaşlı bir bayandı. “Pofff” diyerek beni korkuttu sonra eşiyle birlikte gülümsediler. “Poff” Belçikalılar’ın şakadan korkutmak için kullandıkları bir ünlemmiş anladım J
Dükkanların güzelliğinden söz etmişken çikolata dükkanlarından bahsetmemek olmaz.Aklınıza gelecek her şekilde çikolata var neredeyse… Bu konuda çok ciddiyim, görünce “Yok artık!” dediğim şeyler oldu…
Belçika’nın birası, çikolatası ve bir de patatesi ünlü. Sadece patates kızartması satan o kadar dükkan var ki.
Brugge küçük bir yer olduğu için yürüyerek pek çok yeri gezebildik. Holly Blood kilisesi kapalıydı. Michelango’nun Madonna heykelini gördük. Bira turuna yetişemedik. Ama yorgunluğumuzu da Belçika birasıyla bizzat giderdik.
Yolda akşam yemeği için ne yiyeceğimizi düşünürken elinde dürümle yürüyen birini gördük. Etrafta kebapçı aramaya başladık ve tabi ki bulduk. Belçika’da çok Türk olduğunu duymuştum ama Brugge’da pek yoktu derken bulduk işte… Dürümümüzü yedik, biraz sohbet ettik ve hostelimize doğru yola koyulduk.